Avrupa’da güvenlik dinamikleri: Rusya’nın rolü ve Türkiye’nin konumu

Avrupa ile Rusya arasındaki güç dengesi, kısa, orta ve uzun vadede sürecek çok boyutlu bir anlaşmazlığın varlığını açık biçimde ortaya koyuyor.
Avrupa hızla dönüşen mevcut güvenlik ortamında Ukrayna, Baltık ülkeleri ve Karadeniz bölgesinin uzun vadeli güvenliğini sağlamak ve Avrupa Birliği’nin (AB) savunma ve askeri kabiliyetlerini güçlendirmek gibi iki ayrı zorlukla karşı karşıya. Türkiye, her iki bağlamda da Avrupa için stratejik açıdan önemli bir role sahip. Washington’un değişken tutumu göz önünde bulundurulduğunda Avrupa, ABD’nin desteği olmaksızın kendi savunması için daha fazla sorumluluk üstlenmenin yollarını aramaktadır.
Rusya-Ukrayna savaşının başlamasından bu yana Türkiye, güvenlik ve ekonomik çıkarlarını korumak için Batılı müttefikleriyle Rusya arasında bir denge oyunu oynamaktadır. Moskova’nın 2014’te Kırım’ı ilhakından ve Donbas’ın bir kısmını işgal etmesinden bu yana Ankara, Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne olan bağlılığını defalarca vurgulamış, savunma ihracatı ve ortak üretim yoluyla Ukrayna ordusunu desteklemiştir. Ancak Türkiye kendisinin de imzaladığı NATO’nun Haziran 2025 Lahey Zirvesi Deklarasyonu’nda “Rusya’nın Avrupa-Atlantik güvenliği için oluşturduğu uzun vadeli tehdide” atıfta bulunulmasına rağmen Rusya’yı birincil tehdit olarak görmemektedir. Türkiye, Soğuk Savaş sonrası oluşan düzenin artık işlemediğini, dünyanın yeni bir düzen arayışı içine olduğunu, Rusya-Ukrayna savaşının ve sonuçlarının da bu yeni düzenin şekillenmesinde etkili olacağını düşünmektedir.
Avrupa ülkelerinin Rusya’nın savaşı seçmesi nedeniyle artık “Rus sorunuyla” mücadele edeceklerinin farkında oldukları görünmektedir. Bu sebeple, Avrupa ülkeleri 2030’a kadar Rusya ile yüzleşmek için gerekli potansiyele yani ekonomik araçlara, askeri kabiliyetlere ve teknolojik uzmanlığa sahip olmak istemekte, Avrupa güvenliğini geliştirmenin yollarını aramaktadır.
Avrupa’nın Türkiye, Hindistan, Brezilya ve İsrail gibi ABD dışındaki diğer stratejik ortaklıklardan da yararlanmak istediği anlaşılmaktadır. Ancak bununla birlikte yine de önümüzdeki yıllarda Avrupa’nın transatlantik bağı mümkün olduğunca güçlü tutması gerektiği fikri de hala hakimdir.
Türkiye’nin güçlenen jeopolitik nüfuzu Avrupa’yı etkiliyor
Türkiye, bu süreçte devlet aklını kullanarak hareket etmektedir. Ankara, NATO üyesi olmasına rağmen Rusya’ya yaptırım uygulamamış ve çatışmanın her iki tarafıyla da yapıcı ilişkiler kurmuştur. Türkiye hem Rus hidrokarbonlarının önemli bir ithalatçısı hem de toprak bütünlüğünü güçlü bir şekilde desteklediği Ukrayna’ya insansız hava aracı tedarikçisidir. Bu benzersiz konum, Türkiye’nin 2022’den beri Rusya ve Ukrayna arasında doğrudan arabuluculuk yapmasına da imkan sağlamıştır.
Türkiye, tabiatıyla öncelikle kendi çıkarlarını gözetmektedir. Suriye’de Rusya ve İran tarafından desteklenen Esed rejiminin devrilmesiyle Orta Doğu’da ve Azerbaycan’ın Karabağ Savaşı’nda Ermenistan’a karşı kazandığı zaferle Güney Kafkasya’da jeopolitik pozisyonunu güçlendirmiştir. Türkiye’nin güçlenen jeopolitik nüfuzu Avrupa’nın yeni güvenlik mimarisinde önemli bir yer açmaktadır.
Bir Rusya-Avrupa karşılaştırması
Rusya, makroekonomik istikrarını korumayı başarsa da orta vadede oldukça zararlı bir durgunluk enflasyonuna (stagflasyon) doğru ilerlediği görülmektedir. Ülke neredeyse tamamen savaş girişimlerine yatırım yapmaktadır. Avrupa ise birliğini koruyarak ve jeoekonomik entegrasyonunu geliştirerek enerji ayrıştırmasının şokunu atlatmayı başarmış görünmektedir. Bununla birlikte, uluslararası finans sistemlerine tam entegrasyonu en üst düzeye çıkardığı anlaşılmaktadır. Ancak Avrupa’nın güvenliğini sağlamak konusunda eksikleri mevcuttur.
Ukrayna’da tamamen çıkmaza giren Rusya, önemli kayıplar pahasına bir yıpratma savaşı yürütüyor. Bunu yaparken Ukrayna’yı destekleyen Avrupa ülkelerine yönelik çatışmacı bir duruş sergiliyor. Moskova, Avrupa ülkelerini engellemek için nükleer faktörü gerginlik mantığının merkezine koyuyor. Avrupa’nın zayıf noktaları, Rusya’nın silah gücü avantajına sahip olduğu karasal alanda yatıyor. Buna karşılık, hava, deniz, uzay ve siber alanlarda Avrupa ülkeleri üstünlüklerini sürdürüyor.
Rusya’da karar alma süreci, mevcut görev süresi 2030’a kadar devam edecek olan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin tarafından yönlendiriliyor. Rus toplumu, resmi söyleme göre yeni elitlerin ortaya çıkmasını desteklemeyi amaçlayan savaşa uyum sağlamış durumda. Gerçekte, insan kayıpları Rusya’nın en yoksul bölgelerinde yaşanıyor. Avrupa ülkeleri ise küreselleşmeye açık olma mantığına bağlı kalmaya devam ediyor. Avrupa kamuoyu, Ukrayna’yı büyük ölçüde destekliyor. Ancak savaşın uzaması tüm Avrupa toplumlarını olumsuz etkiliyor.
Rusya, Kuzey Kore ve İran’ın askeri desteğinden ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin desteğinden faydalanıyor. Birçok ülke tarafından kınanmasına rağmen Rusya yalnızca Batı’nın yaptırımlarıyla karşı karşıya. Bununla birlikte savaş, İsveç ve Finlandiya’nın katılımıyla AB ve NATO arasındaki bağları güçlendirdi. Genişleme beklentileri, kıtanın dönüşümü için güçlü avantajlar olarak görülüyor.
Rusya’nın dünya sahnesindeki etkisi giderek azalıyor
Rus politikalarına yönelik süregelen güvensizlik, Rusya’nın Çin ve Türkiye gibi diğer bölgesel aktörlerin yükselişiyle mücadele etmek zorunda kaldığı Sovyet sonrası alanda bir direnç yaratıyor. Örneğin, Rusya-Ukrayna savaşının başlangıcından bu yana Kazakistan, Gürcistan ve Moldova gibi ülkelerde Rus sömürgeciliği söylemi yükselişte. Etki kaybının çarpıcı bir örneği, ABD Başkanı Donald Trump’ın doğrudan katılımıyla müzakere edilen, ABD destekli “Uluslararası Barış ve Refah için Trump Rotası” konusunda Ermenistan ve Azerbaycan arasında imzalanan ve İran’ı atlayarak bölgesel güç ve ekonomik dinamikleri yeniden şekillendiren son anlaşmadır. Bu Amerikan arabuluculuğu, Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ülkelerinin güvenliklerini ve çıkarlarını giderek daha fazla garanti edemeyen bir ortak olarak algılanan Rusya’ya olan güveninin azaldığını vurgulayan son gelişmelerden biridir.
Rusya Orta Doğu’da da rolünü korumakta zorlanıyor ve sahayı diğer oyunculara bırakıyor. Bu noktada, Türkiye, Çin ve ABD gibi ülkeler öne çıkıyor. 2024’te Rusya, Suriye’de Esed rejimini kurtaramadı ve bu da Rusya’nın Suriye’deki stratejik başarılarını geçersiz kıldı. Bu başarısızlık, Haziran 2025’te İsrail ile İran arasındaki “12 günlük savaş” sırasında tekrar gün yüzüne çıktı. Rusya, Tahran’ın beklediği daha güçlü desteği veremedi ve kendisini ABD saldırılarını kınamayla sınırlayarak İran’ı hayal kırıklığına uğrattı.
Rusya Afrika kıtasında da sınırlı bir etki gösteriyor. Sahel’deki cuntalarla “Batı karşıtı ortaklığı” hakkındaki zafer sarhoşluğuna rağmen, bu rejimlere somut destek sağlama yeteneği azalıyor. 2023’teki başarısız isyanın ardından Wagner güçlerinin bölgeye yeniden konuşlandırılması ve akabinde Rus Savunma Bakanlığının kontrolüne kısmen entegre edilmesi, Mali, Nijer ve Burkina Faso’da kurulan nüfuz ağlarını bozdu. Bu bölgelerde Çin ve Türkiye’nin nüfuzları güçleniyor. Bu çıkmazın jeopolitik maliyeti, Kremlin’i 2022’den önce kendi başına küresel bir oyuncu haline getiren nüfuz, ittifak ve prestij kanallarının yavaş yavaş aşınmasıyla artıyor.
Avrupa ile Rusya arasındaki güç dengesi kısa, orta ve uzun vadede sürecek çok boyutlu bir anlaşmazlığın varlığını açık biçimde ortaya koyuyor. Rus askeri eliti, herhangi bir düşmana aşılamaya çalıştığı korkunun, Ukrayna’ya verilen desteği caydırmak için yeterli olması gerektiğini düşünüyor.
Rusya, 2022-2024 döneminde Çin ile hızla genişleyen ticaret ve yaptırıma tabi mallar için alternatif tedarik yollarının geliştirilmesiyle desteklenen ilk makroekonomik dayanıklılığını göstermiş olsa da yaşanan zorluklar artık zirveye ulaştı. Rusya, artan ekonomik dengesizlikler, iş gücü kıtlığı ve azalan yatırımlarla karakterize edilen ve uzun vadede kasvetli bir görünüme işaret eden stagflasyona doğru sürükleniyor. Buna karşılık Avrupa direnç göstererek, enerji ayrıştırma şokunu atlattı ve elektrifikasyon ve iklim eylemlerinde önemli aşama kat etmiş görünüyor. AB, ticaret ortaklıklarını aktif olarak canlandırmaya ve genişletmeye çalışıyor ve böylece jeoekonomik entegrasyonunu güçlendirmek istiyor. Ancak Avrupa, AB üyesi olmayan iki ülke İngiltere ve Türkiye’den destek almadan güvenliğini sağlamakta zorlanacak gibi duruyor. Bu durum jeopolitik olarak Türkiye ve İngiltere’yi hem birbirine yakınlaştırıyor hem de AB ile güvenlik bakımından daha sıcak ilişkilerin kurulmasına kapı aralıyor.
Kaynak: AA / Doç. Dr. Orhan Karaoğlu



