Analiz: “Orta Doğu Federasyonu” fikri ve İsrail’in “üstleneceği rol”
İsrail, hedeflenen “Orta Doğu Federasyonu” projesinin merkez gücü yapılmak istenirken ana amaçlardan biri, Tel Aviv’in güvenliğine yeni bir halka eklemektir.
Orta Doğu’daki çatışmalar ve Gazze katliamı sadece bölgesel gelişmeler değil; emperyal güçlerin enerji, lojistik ve finansal ağlarını yeniden şekillendirme çabalarının bir parçasıdır.
İsrail’in İran’a saldırılarıyla başlayan süreçle birlikte, İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapatma ihtimali bir risk unsuru olarak masada tutulurken, Dubai-Hayfa Demiryolu ve Hindistan-Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)-İsrail hattı gibi Körfez ve Akdeniz arasındaki alternatif koridorlar yeniden değerlendirilmiştir. Bu güzergahlar, hem Abraham Anlaşmaları’nın ekonomik boyutunu hayata geçirmek hem de Çin’in “Yeni İpek Yolu” girişimini sınırlamak için planlanmaktadır.
Orta Doğu Federasyonu fikri ve İsrail’in üstleneceği rol
Bu bağlamda, anlaşmanın devamı niteliğindeki “İbrahim Kalkanı Projesi” ile İsrail merkezli yeni bir güvenlik doktrini oluşturulmak istenmektedir. İsrail, hedeflenen “Orta Doğu Federasyonu” projesinin merkez gücü yapılmak istenirken ana amaçlardan biri, Tel Aviv’in güvenliğine yeni bir halka eklemektir. İsrail, sadece dış destekli askeri gücüyle değil, aynı zamanda bölgedeki siyasi rüzgarı da arkasına alarak yeni Orta Doğu düzeninin kurucu aktörü olma peşinde.
Trump’ın ikinci başkanlık döneminde yeniden canlandırmak istediği ve Arap ülkeleriyle İsrail arasındaki ilişkileri güçlendirmeyi amaçlayan “Abraham Anlaşmaları 2.0” bu sürecin yeni adı haline gelirken, bu kapsamda “Arap NATO’su” fikrinin de yeniden tartışmaya açıldığı görülmektedir. Ancak asıl tehlike, ABD ve İsrail’in bu planla birlikte Gazze davasını unutturarak Arap dünyasıyla Tel Aviv’in öncülüğünde yeni bir denge kurmayı hedeflemesidir.
ABD, İsrail’in güvenliği için “şal” siyaseti mi uyguluyor?
Her ne kadar ABD Başkanı Donald Trump ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasında zaman zaman görüş ayrılıkları yaşansa da konu İsrail’in güvenliği olduğunda ABD, Tel Aviv’in hukuksuz politikalarına tam destek vermektedir. ABD, 7 Ekim sonrası Netanyahu’nun Gazze’de başlattığı soykırımda 60 bine yakın Filistinlinin şehit edilmesine rağmen bu vahşeti durduracak somut bir adım atmamıştır.
Trump, süreci geçiştiren açıklamalarda bulunsa da İsrail’in İran’a saldırısıyla dikkatlerin Gazze’den başka yöne çekilmesine ve savaş atmosferinde kendi siyasi çıkarlarını koruma çabasına engel olamamış ve sonunda bu saldırıya destek vermek zorunda kalmıştır. Bu noktada ABD, İsrail’i her koşulda destekleyerek adeta hukuksuz politikalarının üzerine “şal” atmak istemektedir.
Amaç Kubbetüs Sahra’yı yıkarak Süleyman Mabedi’ni inşa etmek mi?
Bugün Trump, Netanyahu’ya “Gazze savaşını bitir” çağrısı yapıyor fakat soykırımın sonunda amaç elbette coğrafyayı toprağın gerçek sahiplerine bırakmak değil. Burada asıl hedef Gazze’yi büyük bir tatil, liman ve ticaret kenti haline getirerek, Akdeniz’de düğümlenmesi planlanan mega liman zincirine entegre etmektir. Bunun için Gazze’nin BAE ve Mısır gibi dört Arap ülkesi tarafından ortak bir yönetime devredilmesi planlanmaktadır. Bu durum soykırımı sonlandırsa bile Filistin davasının sonunu, kalan toprakların gaspını ve Filistin halkının tamamen sömürgeleştirilmesini beraberinde getirebilir. Hatta Mescid-i Aksa’nın yerine Süleyman Mabedi’ni inşa etmek isteyen Siyonistlerin, Kubbetüs Sahra’yı yıkmaktan bile geri durmayacağı öngörülebilir. Bu plan, Orta Doğu Federasyonu hedefinin en kritik aşamasıdır. Ardından, Filistin meselesinin uluslararası kamuoyundan uzaklaştırılarak yerelleştirilmesi ve gölgede bırakılması amaçlanmaktadır.
İsrail merkezli vizyon: İbrahim Kalkanı Projesi
İsrail, Gazze açıklarındaki enerji sahalarını kontrol altına alarak Doğu Akdeniz’deki Levant havzasındaki kaynakları Negev Çölü üzerinden BAE ve Hindistan’a, yani Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Koridoru’na (IMEC) bağlamayı hedeflemektedir. Ekonomik güvenlik kalkanı, bu stratejinin temelidir. Bu bağlamda, ABD ve İsrail tarafından geliştirilen “İbrahim Kalkanı Projesi” İsrail merkezli bir vizyon taşımaktadır.
Bu vizyonun ana yapı taşlarından biri olan Dubai-Hayfa Demiryolu Projesi, Dubai Limanı’ndan başlayıp Suudi Arabistan ve Ürdün üzerinden İsrail’in Hayfa Limanı’na ulaşacak. Bu koridorun toplam uzunluğunun yaklaşık 1500 km olacağı tahmin edilmektedir. 2018’de dönemin İsrail Ulaştırma Bakanı Yisrael Katz, projeye “Barış Demir Yolu” adını verdiklerini duyurmuştu. Trump ilk başkanlık dönemine denk gelen demiryolu projesine tam destek verirken, projenin İsrail ile Avrupa arasında tesis edilmesi planlanan kara köprüsü ile Ürdün’ün bir “nakliye merkezi” olması öngörülüyordu.
Kalkınma Yolu’na alternatif mi tuzak mı?
İsrail’in İran’a saldırısıyla başlayan ve 12 gün süren çatışmaların ateşkesle sonuçlanmasının ardından, Batı dünyası İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapatma ihtimalini bahane göstererek Körfez petrolünü bu demiryolu hattı üzerinden Akdeniz’e taşıma fikrini güçlendirmeyi hedeflemektedir. Bu hat, beş gün içinde malların Akdeniz’e ulaşabilmesi sayesinde deniz yoluna kıyasla yüzde 30 daha hızlı olacak ve yıllık 15 milyon ton taşıma kapasitesine ulaşacaktır. Sonuç olarak, İsrail’in uzun süredir hayalini kurduğu Doğu Akdeniz’in lojistik merkezi olma hedefi bu projeyle birlikte Körfez ülkelerini de içine alan jeoekonomik bir ittifaka dönüştürülmek istenmektedir. ABD ise ticaret koridorlarının merkezine İsrail’i yerleştirerek hem ekonomik meşruiyet sağlamak hem de İsrail’in güvenliğini tahkim etmek niyetindedir.
Bu demiryolu hattı, Türkiye’nin ticaret yollarındaki merkezi rolünü tehdit edebilir. Türkiye’nin “kara Süveyş Kanalı” olarak adlandırılan Kalkınma Yolu Projesi, İsrail’in Türkiye’ye karşı kullanacağı asimetrik kartlara karşı engel teşkil edecektir. Bu nedenle, Körfez-Akdeniz rotasının Türkiye’yi bypass etmesi ciddi bir jeostratejik tehdit olarak değerlendirilmelidir.
Türkiye ticaret rotalarında oyun kurucu konumunda
Türkiye’nin Asya-Avrupa-Afrika kıtalarının birleştirici rolü, kıtalararası doğal kara ve enerji köprüsü konumunu pekiştirmiş ve Türkiye küresel tedarik zincirlerinin yeniden tanımlandığı süreçte “koridor diplomasisinin” en kilit aktörlerinden biri konumuna gelmiştir. Türkiye, Orta Koridor’un doğrudan Batı’ya uzanan özelliği ve Gaziantep Ovaköy üzerinden Fav Limanı’na bağlanacak olan Kalkınma Yolu Projesi’nin güneyden kuzeye uzanan hatla beraber Çin’in Kuşak Yol Girişimi ile Hindistan merkezli IMEC rotaları arasında stratejik kavşak noktası oldu.
Hürmüz Boğazı’nın İran tarafından kapatılma riskinin sürekli jeopolitik tehdit unsuru olarak kullanılması ile Süveyş Kanalı’nın olası tıkanma riski, Türkiye rotası üzerinden geçen kara ve demiryolu hatlarını alternatifsiz kıldı. Bu bağlamda, Türkiye’nin Kalkınma Yolu Projesi yalnızca Körfezi Akdeniz’e bağlamayacak aynı zamanda Ankara’nın “terörsüz Türkiye” politikası kapsamında kamu diplomasisi gücüyle alternatif güvenlik kuşağını oluşturacaktır. Dolayısıyla Türkiye, “koridor savaşlarının” izleyicisi değil, bilakis oyun kurucusu ve yöneticisi olma yolunda hızlı ve emin adımlarla ilerlemektedir.
Türkiye bu süreçte “lojistik diplomasiye” ağırlık vermelidir. Günümüz dünyasında paranın gücü paradigmayı belirlemeye devam etmektedir. Savaşların amacı artık toprak fethetmek değil, ekonomik çıkar sağlamaktır. Bu nedenle para, mal ve hizmet akışında merkezi rol üstlenen devletler, uluslararası siyasete de yön vereceklerdir. Bu sebeple, tarihsel olarak bugüne uyarlanan kadim refah yolları olan Yeni İpek Yolu ve Yeni Baharat Yolu gibi projelerin güzergahındaki bölgelerin geleceğin hibrit ve asimetrik savaşlarına ev sahipliği yapması oldukça muhtemeldir.
Kaynak: AA / Doç. Dr. Furkan Kaya