Analiz: GKRY Doğu Akdeniz'de oldubitti siyasetini sürdürüyor - M5 Dergi
Öne ÇıkanStrateji Analiz

Analiz: GKRY Doğu Akdeniz’de oldubitti siyasetini sürdürüyor

Abone Ol 

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Lübnan’la imzaladığı tek taraflı ve hukuka aykırı münhasır ekonomik bölge anlaşmasının, Kıbrıs Türklerinin haklarının fiilen gasbedilmesi anlamına geldiği açıktır.

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), İsrail ve Mısır’la yaptığı benzer düzenlemelerin ardından bu kez Lübnan’la yeni bir anlaşma imzaladı. 26 Kasım’da GKRY lideri Nikos Christodoulides ile Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Aoun, kamuoyunda geniş yankı uyandıran bir münhasır ekonomik bölge (MEB) sınırlandırma anlaşmasına imza attı. Anlaşma kapsamında Lübnan ile İsrail arasındaki güney sınırı ve Lübnan ile Suriye arasındaki kuzey sınırı esas alınarak GKRY ile Lübnan arasındaki MEB sınırları orta hat yöntemiyle yeniden çizildi. Metin ayrıca GKRY, Lübnan ve Suriye’nin deniz yetki alanlarının kesiştiği noktanın da tespit edildiğini ortaya atıyor.

Anlaşma, bölgesel enerji projelerine yatırım yapacaklar için hukuki güvence sağladığı iddiasıyla stratejik bir hamle olarak sunulsa da, Lübnan aleyhine orantısız bir deniz yetki alanı dağılımına yol açtığı gerekçesiyle sert biçimde eleştiriliyor. Lübnan’daki muhalefet çevreleri, bu düzenlemenin “egemenlikten taviz” ve “stratejik bir hata” olduğunu, yaklaşık 5 bin kilometrekarelik deniz alanının kaybına neden olduğunu dile getiriyor.

Türkiye ve KKTC’nin tepkileri

Cumhurbaşkanı Aoun’un “işbirliğimiz kimseyi dışlamıyor” sözlerine rağmen, hem Türkiye hem de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) anlaşmaya olumsuz tepki gösterdi. Türkiye, sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin adanın eşit ortağı olan Kıbrıslı Türkleri yok saymaya ve Doğu Akdeniz’de en uzun kıyı şeridine sahip kıyı devleti olan Türkiye’yi görmezden gelmeye devam ettiğini vurguladı. KKTC makamları da benzer şekilde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) Kıbrıs Türk halkını temsil etmediğini ve tüm adayı ilgilendiren konularda tek taraflı karar alamayacağını belirterek anlaşmayı “yok hükmünde” ilan etti.

Avrupa Birliği’nin rolü

2020’de Beyrut Limanı’nda meydana gelen patlama, Lübnan ekonomisine ağır bir darbe vurdu ve ülke o tarihten bu yana, büyük ölçüde, Batı kaynaklı mali yardımlara dayanır hale geldi. Avrupa Birliği’nin planladığı 1 milyar avroluk yardım paketinin ilk dilimi olan 500 milyon avronun, siyasi olarak bu anlaşmanın imzalanmasına bağlı olduğuna dair güçlü işaretler bulunuyor. Ayrıca GKRY’nin, önümüzdeki dönemde üstleneceği AB Konseyi Dönem Başkanlığı sırasında açıklanması planlanan “Akdeniz Anlaşması” çerçevesinde Lübnan’da daha etkin bir rol üstlenmesi bekleniyor.

Türkiye ve KKTC açısından sonuçlar

GKRY-Lübnan anlaşmasının, bölgede hidrokarbon arama faaliyetlerini hızlandırması, uluslararası enerji projelerini ilerletmesi ve AB’yi yeni doğal gaz ve enerji koridorları arayışına yöneltmesi bekleniyor. Bu sürecin, bir yandan Türkiye’nin enerji politikalarını olumsuz etkilerken, diğer yandan GKRY’nin Mısır, İsrail ve diğer bölge ülkeleriyle enerji alanında daha yoğun işbirliği kurmasına imkan tanıyarak siyasi, hatta askeri yakınlaşmalara zemin hazırlayabileceği değerlendiriliyor. AB’nin Türkiye ve KKTC’yi devre dışı bırakarak GKRY, İsrail, Mısır ve Lübnan üzerinden yeni enerji, elektrik ve altyapı hatları oluşturmaya yönelmesi, Türkiye’nin “enerji merkezi” olma hedefini de zorlayabilir. Son aşamada, bu anlaşmanın GKRY ile Suriye arasında ileride gündeme gelebilecek olası bir MEB mutabakatının da önünü açma ihtimali bulunuyor.

Öte yandan, anlaşma Rum tarafının Kıbrıs Türk halkının egemen ve eşit haklarını aşındırmaya yönelik uzun süredir devam eden girişimlerinin yeni bir halkası olarak görülüyor. Bu düzenlemenin, Kıbrıslı Türklerin meşru hak ve çıkarlarını ihlal etmekle kalmayıp Doğu Akdeniz’deki kırılgan dengeyi temelden sarstığı, işbirliğine dayalı ortak vizyonu zedelediği ve eşit haklar ilkesine zarar vererek çatışma riskini artırdığı ileri sürülüyor.

Her ne kadar anlaşmanın kapsadığı alanlar, Türkiye’nin 18 Mart 2020’de BM nezdinde kayda geçirdiği kıta sahanlığı sınırlarının dışında kalsa da, Kıbrıs Türklerinin haklarını fiilen görmezden geliyor. Ayrıca, yeni seçilen KKTC Cumhurbaşkanı Tufan Erhürman’ın başlatmayı hedeflediği iki toplumlu müzakere sürecini zorlaştırma ihtimali nedeniyle Kıbrıs meselesi açısından da ciddi olumsuz sonuçlar doğurma riski taşıyor.

Türkiye ve KKTC’nin muhtemel adımları

Ada üzerindeki doğal kaynaklar konusunda KKTC’nin eşit haklara sahip olmasına karşın, sürekli tek taraflı adımlarla karşı karşıya kalması, onu siyasi, diplomatik ve teknik karşı tedbirler almaya zorlayacak gibi görünüyor. KKTC’nin, ada çevresindeki deniz yetki alanlarındaki haklarını göstermek ve korumak için ruhsat sahalarını yalnızca coğrafi ölçütlere göre değil, GKRY’nin daha önce ilan ettiği tüm alanları karşılayacak biçimde yeniden duyurması gerekebilir. Böyle bir adım, Kıbrıs Türklerinin egemen eşitliğini vurgularken, tek taraflı girişimlerin karşılıksız kalmayacağı mesajını da karşılıklılık ilkesi çerçevesinde net bir şekilde verecektir.

Türkiye açısından ise en kritik adım, Suriye ile bir deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşması imzalamak ve bu düzenlemeyi, Türkiye ile KKTC arasında 2011 yılında yapılan kıta sahanlığı sınırlandırma anlaşmasının kuzeydoğu koordinatlarını esas alarak kurgulamak olacaktır.

Meseledeki temel sorun

GKRY’nin, hem Kıbrıs Türklerini hem de Türkiye’yi yok sayarak tek taraflı şekilde MEB ilan etmesi, başlı başına hukuka aykırı bir adım. Bu noktada Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 1962 tarihli “Doğal Kaynaklar Üzerinde Daimi Egemenlik” kararı özel önem taşıyor; zira bu kararda, devletlere atıf yapılmaksızın doğal kaynakların “ilgili toprağın halkına ait olduğu” vurgulanıyor. Bu çerçevede bakıldığında, GKRY’nin tek taraflı ve hukuka aykırı MEB ilanının, Kıbrıs Türklerinin haklarının fiilen gasp edilmesi anlamına geldiği açıktır.

GKRY’nin 2003’te Mısır, 2007’de Lübnan ve 2010’da İsrail ile yine tek taraflı olarak imzaladığı MEB sınırlandırma anlaşmalarının ve bunları izleyen deniz bloklarının parsellenmesinin geçerliliği, bugün Doğu Akdeniz’deki anlaşmazlıkların tam merkezinde yer alıyor. Özünde bölgedeki deniz yetki alanları sorunu, Rumların 1963’te silah zoruyla “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin kontrolünü ele geçirerek bu yapıyı fiilen bir Rum devletine dönüştürmüş olmasına dayanıyor. Bugün ise aynı yapı, fiilen “işgalci” bir idare olarak, MEB ilanlarını kullanarak bu fiili durumu uluslararası alanda meşrulaştırmaya çalışıyor.

Sırada ne var?

Geleceğe dönük olası gelişmelere bakıldığında, GKRY’nin Doğu Akdeniz’de gündeme getirmesi beklenen son deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşmasının Suriye ile imzalamak istemesi beklenebilir. Böyle bir hamlenin ise ancak Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri’nin siyasi desteğiyle hayata geçirilebileceği açık. GKRY’nin bu anlaşmayı sonuçlandırmayı başarması durumunda, dış destekçilerine dayanarak Doğu Akdeniz’de bölgesel bir aktör olarak konumunu daha da güçlendirmesi ve rolünü pekiştirmesi beklenebilir.

Dolayısıyla GKRY’nin, KKTC’yi ve Kıbrıs Türk halkını yok sayan politikalarla adada barışa ya da istikrara katkı sunması mümkün değildir. Ayrıca GKRY’nin adayı üçüncü taraf askeri aktörler için bir askeri üs ve konuşlanma merkezi haline getirmesi, hem adada hem de çevre bölgede istikrarsızlık riskini artırıyor. GKRY’nin Türkiye’yi güneyden baskılamaya yönelik açık bir stratejik pozisyon aldığı bir ortamda, Kıbrıs’ta karşılıklı kabul edilebilir bir çözüm bulmak ve bölgesel istikrarı sağlamak gittikçe daha da zor hale geliyor.

Kaynak: AA / Prof. Dr. Soyalp Tamçelik

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close