ABD ve Katar arabuluculuğunda KDC-M23 ateşkesi: Fırsatlar ve zorluklar - M5 Dergi
Öne ÇıkanStrateji Analiz

ABD ve Katar arabuluculuğunda KDC-M23 ateşkesi: Fırsatlar ve zorluklar

Abone Ol 

Doha’da imzalanan KDC-M23 deklarasyonu, bölgesel barış açısından önemli bir kilometre taşı olmakla birlikte, yapısal zafiyetler ve taraflar arası derin güvensizlik nedeniyle kırılgan bir zemine oturmaktadır.

Kongo Demokratik Cumhuriyeti (KDC) ile Ruanda destekli M23 isyancı grubu arasında yaklaşık on yılı aşkın bir süredir süregelen silahlı çatışmalar, Temmuz 2025’te Doha’da imzalanan prensipler deklarasyonu ile yeni bir evreye taşındı. Katar’ın ev sahipliğinde, ABD’nin diplomatik baskısı ve sürecin arkasında sağladığı ekonomik teşvik mekanizmalarıyla taraflar ilk kez doğrudan ve resmi bir ateşkeste uzlaştı. Bu gelişme hem sahadaki güç dengelerini hem de Afrika’daki bölgesel diplomasi rotasını doğrudan etkileyebilecek bir kırılma anına işaret etmektedir.

Müzakere sürecinin dinamikleri: Katar’ın rolü ve ABD’nin stratejik hesapları

Katar, Nisan 2025’ten bu yana tarafları dolaylı temaslar yoluyla müzakere masasına çekmeye çalışmaktaydı ve nihayetinde 19 Temmuz 2025’te bir “deklarasyon anlaşması” ile sonuçlanan süreci başarıyla yönetti. Katar’ın bu süreçteki diplomatik başarısı, özellikle Libya, Yemen, Sudan ve Afganistan gibi örneklerde tecrübe ettiği arabuluculuk kapasitesinin bir uzantısı olarak okunabilir. Ancak Katar’ın kolaylaştırıcı rolü kadar belirleyici olan unsur, ABD’nin diplomatik baskısı ve süreci ekonomik bir bölgesel entegrasyon planına bağlamasıdır. ABD haziran ayında KDC ve Ruanda ile ayrı bir güvenlik ve yatırım çerçeve anlaşması imzalamış, bu anlaşmayı M23 ile sağlanacak barışın ön koşulu haline getirmiştir. Bu nedenle Doha bildirgesinin, yalnızca ikili bir ateşkes metni değil, ABD merkezli çok taraflı bir düzenlemenin yapı taşı olduğu söylenebilir.

İmzalanan anlaşma, çatışmayı tamamen sona erdirmekten uzak olsa da çatışmanın taraflarını ilk kez açık ve doğrudan müzakerelere zorlaması açısından önemlidir. Anlaşma kapsamında tüm tarafların saldırılara ve toprak genişletme girişimlerine son vermesi, ateşkesin tarafsız bir mekanizma tarafından denetlenmesi, esir takası, insani erişim vb. güven artırıcı adımların atılması taahhüt edilmiştir. Ancak bu taahhütlerin büyük çoğunluğu yaptırım mekanizmasından yoksundur. Katar dahi yaptığı açıklamada, anlaşmanın başarısının yalnızca tarafların “niyetine” bağlı olduğunu vurgulamıştır. Bu durum, daha önceki barış girişimlerinde de görüldüğü üzere, tarafların sahadaki üstünlüklerini müzakere masasındaki kozlara çevirmeye çalıştıkları bir stratejik oyunun tekrarı olabilir.

Diğer taraftan ABD’nin KDC-M23 çatışmasındaki arabuluculuk sürecine entegre ettiği ekonomik teşvik mekanizmaları, klasik diplomatik girişimlerin ötesine geçerek barış sürecini bölgesel kalkınma, yatırım stratejileri ve küresel jeopolitik rekabetle ilişkilendirmektedir. Haziran 2025’te KDC ve Ruanda ile imzalanan ABD destekli anlaşma, yalnızca güvenlik temelli bir uzlaşı değil, aynı zamanda Doğu Afrika’da Batı destekli bölgesel entegrasyon projelerini örneğin Lobito Koridoru gibi girişimleri destekleyen kapsamlı bir ekonomik ortaklık çerçevesi sunmaktadır. Bu bağlamda, ABD’nin KDC ile stratejik mineral tedariki konusunda bir anlaşmaya yaklaşmakta olduğu yönündeki haberler dikkate alındığında, sürecin yalnızca diplomatik değil aynı zamanda kaynak güvenliği temelli bir jeoekonomik hesapla da yürütüldüğünü göstermektedir. Özellikle KDC Cumhurbaşkanı Felix Tshisekedi’nin Çin’in KDC madencilik sektöründeki hakimiyetini kırmaya dönük çabaları ve ABD’ye sunduğu mineral ortaklığı teklifi, ABD-Çin rekabetinin Afrika’daki yeni cephesini oluşturmaktadır.

Diğer taraftan bu potansiyel ortaklıkta ilerleme sağlanması birçok değişkene bağlıdır. Bir yandan, Trump yönetiminin yeşil enerji dönüşümüne olan mesafeli yaklaşımı ABD’nin kobalt ve koltan gibi yeşil dönüşüm açısından kritik minerallere ne düzeyde yatırım yapacağı sorusunu gündeme getirirken, öte yandan Çin’in bu tedarik zincirleri üzerindeki etkisini sınırlamak isteyen Washington’daki çevreler, bu anlaşmayı jeopolitik bir fırsat olarak değerlendirmektedir. Süreci karmaşıklaştıran bir diğer unsur ise KDC’nin ABD’den güvenlik yardımı ve hatta olası askeri üs desteği talep etmesidir. Bu talepler, ABD’nin Afrika’daki doğrudan askeri angajmanlar konusundaki temkinli yaklaşımı nedeniyle diplomatik bir açmaz oluşturabilir. Ayrıca Doğu Kongo’daki güvenlik krizi, özellikle Ruanda destekli M23 isyanı ve devlet dışı aktörlerin hakimiyeti, ABD’li şirketlerin yatırım risklerini artırmakta ve ekonomik teşviklerin sahaya yansımasını sınırlamaktadır.

Buradan hareketle, ABD’nin barış sürecine entegre ettiği ekonomik araçlar, yalnızca teşvik değil aynı zamanda yönlendirme işlevi de görmekte, tarafları masada tutmaya çalışmakta ve Çin karşıtı stratejik hedefleriyle bölgesel jeoekonomik projeleri örtüştürmektedir. Ancak bu stratejinin başarıya ulaşması, sahadaki güvenlik koşullarının iyileşmesine, KDC’nin kurumsal kapasitesine ve ABD yönetiminin Afrika politikasındaki süreklilik iradesine bağlıdır. Aksi takdirde dış yatırım ve stratejik ortaklık vaatleri, yerel aktörler için kısa vadeli diplomatik kazanımların ötesine geçemeyecek, yapısal dönüşüm hedefleri bir kez daha ertelenecektir.

Doha bildirgesinde tarafların yaklaşımları ve zorluklar

Doha bildirgesinin M23 ve arkasındaki Ruanda için önemli bir diplomatik meşruiyet sağladığı söylenebilir. KDC, 2024’e dek M23’ü terörist yapı olarak tanımakta ve doğrudan müzakereyi reddetmekteydi. Ancak M23’ün 2025’in ilk çeyreğinde Kuzey ve Güney Kivu başkentlerini ele geçirmesiyle sahada sağladığı üstünlük, doğrudan tanınmayı beraberinde getirmiştir. Ruanda ise, bu süreçte hem ABD ile masaya oturarak bölgesel bir aktör olarak statüsünü güçlendirmiş hem de M23’ün silahsızlandırılmasına dair bir takvim veya yükümlülük olmaksızın askeri etkisini dolaylı olarak sürdürebilecek bir alan oluşturmuştur. M23’ün halen işgal ettiği bölgelerden çekilmeyi reddetmesi ve burada idari yapılanmalar kurma çabaları, fiilen bir “özerk bölge” hedefinin diplomatik olarak tolere edildiğini akıllara getirmektedir.

KDC açısından ise Doha bildirgesinin, barışı sağlamak adına atılmış cesur fakat riskli bir adım olduğu söylenebilir. Özellikle KDC’nin doğudaki milisler üzerindeki denetim zafiyeti ve devlet otoritesinin boşlukta kaldığı alanlar, ateşkesin sürdürülebilirliğini tehdit etmektedir. Bildirgede Wazalendo gibi devlete bağlı milislerin de ateşkese dahil olduğu belirtilse de, bu grupların bildirgeye taraf olmaması önemli bir yapısal zayıflıktır. Bu durum, önümüzdeki dönemde bildirgenin sadece bir “devletlerarası ateşkes” değil aynı zamanda çok aktörlü bir iç savaş ortamında sınırlı etki oluşturabileceğine işaret etmektedir.

Taraflar arasında en büyük görüş ayrılığı, M23’ün işgal ettiği topraklardaki statüsü üzerindedir. KDC, bu bölgelerde devlet otoritesinin yeniden tesisini vazgeçilmez bir ön koşul olarak sunarken, M23 bu topraklardan çekilmeyi reddetmekte ve aksine “devletin yeniden yapılandırılmasına katkı sunan bir aktör” olarak konumlanmaktadır. Bu çelişki, tarafların bildirgeyi imzalamalarının hemen ardından farklı yorumlar yapmasına neden olmuştur. M23, bildirgede çekilmeye dair açık bir ifade olmadığını savunurken, KDC yetkilileri bu noktayı “çekilmenin kaçınılmaz olduğu” yönünde okumaktadır. Bu yorum farkı, barışın geleceği açısından ciddi bir kırılma potansiyeli taşıdığına işaret etmektedir.

Bildirge, nihai bir barış anlaşmasının 18 Ağustos 2025’e kadar tamamlanmasını öngörmektedir. Bu kısa süre içinde “temel nedenler” olarak tanımlanan mülteci krizi, etnik ayrışmalar, toprak paylaşımı ve M23’ün statüsü gibi sorunlara kalıcı çözüm üretilmesi oldukça zor görünmektedir. Önceki müzakerelerde bu başlıklarda aylar süren görüş ayrılıkları yaşanmışken, iki haftalık bir süre içinde somut adım beklemenin gerçekçi olmadığı söylenebilir.

Sonuç olarak, Doha’da imzalanan KDC-M23 deklarasyonu, bölgesel barış açısından önemli bir kilometre taşı olmakla birlikte, yapısal zafiyetler ve taraflar arası derin güvensizlik nedeniyle kırılgan bir zemine oturmaktadır. ABD’nin ekonomik teşviklerle süreci hızlandırma çabası ve Katar’ın diplomatik kolaylaştırıcılığı önemli katkılar sunsa da, M23’ün silahlı varlığının devamı, topraklardan çekilmeyi reddetmesi ve KDC’nin milisleri kontrol etmedeki yetersizliği bu sürecin başarısını riske atmaktadır. Uzun vadede kalıcı barışın tesis edilebilmesi için çok taraflı bir izleme ve yaptırım mekanizmasının hayata geçirilmesi, silahlı grupların etkili bir şekilde silahsızlandırılması ve bu grupların toplumsal entegrasyon sürecine dahil edilmesi büyük önem taşımaktadır. Aynı zamanda, KDC’nin doğu bölgelerinde kamu otoritesini yeniden tesis edecek kurumsal kapasitenin güçlendirilmesi ve Ruanda’nın bölgesel güvenlik mimarisi içinde daha şeffaf ve hesap verebilir bir sorumluluk üstlenmesi gerekmektedir. Bu yapısal adımların atılmaması halinde, Doha’da imzalanan deklarasyonun da tıpkı geçmişteki benzer girişimler gibi yalnızca bir “ateşkes belgesi” olarak kalması ve sahadaki güç odaklarının yeni bir çatışma sürecini tetiklemesi kuvvetle muhtemeldir.

Kaynak: AA / Dr. Kaan Devecioğlu

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close