Analiz: Yeni dünya düzeni arayışında Çin'in güvenlik vizyonu değişiyor mu? - M5 Dergi
DünyaÖne Çıkan

Analiz: Yeni dünya düzeni arayışında Çin’in güvenlik vizyonu değişiyor mu?

Abone Ol 

Çin’in yeni düzen arayışında uluslararası güvenlik sorunlarına yaklaşımında yeni bir dış politika vizyonu geliştirmeye öncelik verdiği anlaşılıyor. Çin-Rusya stratejik ortaklığının derinleşmesi ve Global Güvenlik Girişiminin uygulamaya konulması Avrasya’yı merkeze alan daha kapsamlı ve dengeli bir global diplomasi pratiğinin işaretini veriyor.

COVID-19 sonrası gelişmelerle beraber ABD’de Biden yönetiminin Çin’e yönelik politikalarında beklenenin aksine bir yumuşama olmak yerine yoğunlaşan stratejik rekabetin yeni boyutları özellikle güvenlik, tedarik zincirlerinin yeniden düzenlenmesi, dijital ekonomi ve teknoloji alanlarında daha da hızlandı. Bu artan stratejik rekabet ortamında Çin’in dış politikada uzun süredir izlediği ABD liderliğindeki mevcut dünya düzenine açıktan meydan okumama tavrında dikkat çekici bir değişim gözleniyor. Çin’in son dönemde ileri sürdüğü Global Güvenlik İnisiyatifi, ekonomik çok taraflı girişimlerinin yanında uluslararası güvenlik sorunlarının çözümünde Çin’in bundan böyle daha aktif rol oynama arzusunu yansıtması açısından önemli görülmelidir. Giderek büyüyen global etkinliğine bağlı olarak Çin’in globalleşen çıkarlarının korunması dış politikada daha kapsamlı ve dengeli bir vizyonun hayata geçirilmesini gerektiriyor.

Çin dış politikasında değişim

Xi Jinping’in dış politika anlayışını belirgin kılan proaktif karar verme yaklaşımının ABD’nin baskıları karşısında ulusal direnci artırıcı yeni politikalar benimseyerek ekonomik kalkınma ve ulusal güvenlik arasındaki bağı kuvvetlendirmeye yöneldiği anlaşılmaktadır.

Artan global belirsizlikler ve risk değerlendirmeleri çerçevesinde ‘uyumlu dirençlilik’ olarak nitelenebilecek bu yeni dış politika yaklaşımında Çin, Kuşak ve Yol İnisiyatifi başta olmak üzere global girişimlerinde benimsediği risk alma tavrından bir ölçüde uzaklaşarak risk paylaşımı yolunu tercih etme eğilimi içine girmiştir. Yeni ekonomi politikasını belirleyen “ikili sirkülasyon” modeli bunun önemli bir göstergesi olmakla beraber güvenlik alanında stratejik ortaklıkları güçlendirme yöntemi de yine aynı yaklaşımın önemli bir boyutudur.

Mart 2023’te üçüncü başkanlık dönemine giren Xi Jinping, yeni dış politika düşüncesine hakim olan büyük güç diplomasisi, küresel yönetişimin reforme edilmesi ve uluslararası trendlere liderlik gibi temel yaklaşımlarının daha etkili politikalarla uygulanabilmesi için yönetim yapılarının yeniden organize edilme ihtiyacına işaret ederek uluslararası ortamdaki değişime adapte olma çabası içine girmiştir. Bugünkü Çin dış politikası için en temel mesele ülkesel ve global yönetişim arasında giderek karmaşık bir hal alan karşılıklı etkileşimi yönetebilmektir. Dış politika başarısı aynı zamanda kendi sınırlılıkları ve risklerini üretir. Dolayısıyla, bundan sonra Çin dış politikasının yönelimiyle ilgili merak edilen soru Çin’in mevcut global girişim ve taahhütlerini sürdürmede ne ölçüde kararlılık göstereceğidir. Pratikte, Çin’in global yönetişim vizyonunun önemli bir yansıması olan Kuşak ve Yol İnisiyatifi’nin gelişimindeki başarının sürdürülmesi Çin dış politikasının en önemli politika ödevidir.

Yeni global güvenlik inisiyatifinin çeşitli boyutları

Bu noktada Çin-Rusya stratejik ortaklığının uzun dönemde Asya-Pasifik’i kapsayacak şekilde genişletilmesi tercihi daha belirgin hale geliyor. Özellikle Çin ve Rusya arasında gelişen işbirliğinin odaklandığı Rus Uzak Doğu’su, Orta Asya ve Kutuplar bölgelerinde son yıllarda yaşanan gelişmeler bu bölgelerdeki büyüme potansiyeline işaret ediyor.

Ukrayna Savaşı, Çin-Rusya ilişkilerinde Batı’nın arzuladığı tarzda bir kırılma meydana getirmemiş, tam aksine Xi Jinping’in Global Güvenlik İnisiyatifi çerçevesinde ifade ettiği özgün ve daha istikrarlı yeni bir dünya düzeni arayışını gündeme getirmesine imkan vermiştir.

Her ne kadar Çin, Avrupa ile ilişkilerine olumsuz etkiler doğurmasından rahatsız olsa da Rusya’ya yönelik yaptırımlar konusu başta olmak üzere genel tutumunda herhangi bir değişikliğe gitmemiştir. Hem Çin hem de Rusya bağımsızlık, toprak bütünlüğünün korunması ve iç işlerine karışmama gibi ilkelerde uzlaşarak ABD’nin diğer ülkelerin iç işlerine karışma alışkanlığını kuvvetli bir şekilde eleştirmektedir.

Rusya ve Çin arasında Asya’nın yeniden örgütlenmesinde oluşturulan güvenlik ortaklıkları, Şanghay İşbirliği Örgütü başta olmak üzere, küresel güvenlik bağlamında bir taraftan birbirlerini denetleme işlevi görürken, diğer taraftan bölgesel veya orta büyüklükte aktörlerin kontrolünü sağlıyor. Diğer bir ifadeyle nihai anlamda küresel güvenlik düzeninin, ki bu BM merkezli düzen anlamına gelir, istikrarının korunmasına katkı sağlıyor.

Ancak ŞİÖ’nün bölgesel kalkınma ve güvenliğin sürdürülmesinde oynadığı rol, son yıllarda Hindistan ve Pakistan’ın örgüte katılımıyla birlikte büyük Avrasya’nın yeni bir bölgesel sisteme doğru evrilmesinde yatmaktadır. Bu bağlamda ŞİÖ’nün Çin ve Rusya arasında stratejik karşılıklı bağımlığın güçlendirilmesinde önemli bir fonksiyon üstlendiğini belirtmek gerekir.

Çin’in Ortadoğu’ya yönelik diplomatik açılımı ve Orta Asya’nın yeniden Avrasya’nın merkezine konumlandırılması gibi son dönemde öne çıkan diplomasi trafiği, Çin’in kendi bölgesinde yaşadığı zorlukları aşmanın bir yolu olarak görülebileceği gibi yeni dünya düzeni arayışında yeni bir aşama olarak da yorumlanabilir. İran ve Suudi Arabistan arasında arabuluculuk girişimi ve sonrasında Filistin sorununa müdahil olma yaklaşımı stratejik diplomasi açısından Çin’in daha önce başvurmadığı yöntemlerdendir. Son olarak Mayıs ayında düzenlenen Çin-Orta Asya Zirvesi’nde Xi Jinping’in Orta Asya’yı Doğu, Batı, Kuzey ve Güney’i birbirine bağlayan kavşak noktası olarak tanımlaması ve Trans-Hazar koridorunun önemine yaptığı vurgu dış politikada yürütülen global vizyonunun ve girişimlerin devam ettirileceği yönünde kuvvetli mesajlar içeriyor.

Çin’in çok taraflılık diplomasisinin arkasındaki finansal güç

Öte yandan Çin’in finansal gücü ve çok taraflılık diplomasisi bugüne kadar büyük ölçüde uluslararası ekonomik düzenin sürdürülmesinde Çin’in oynayacağı işbirliği rolüne ABD’nin duyduğu ihtiyaca dayanıyordu. Ne var ki; 2008 finansal krizi sonrası ABD’nin tüm çabalarına rağmen Çin, öne sürülen G-2 pazarlığına yanaşmak yerine elde ettiği finansal gücü kendi geliştirdiği global girişimlerde kullanmayı tercih ettiBu durum esasen Asya-Pasifik bölgesinde ABD’nin üstünlüğünü garanti altına alan Çin-Japonya ilişkilerinin hassas bir denge üzerinden yönetilmesi politikasının tehlikeye girdiğinin en önemli göstergesiydi.

ABD’nin Hint-Pasifik stratejisi ve dörtlü stratejik işbirliği (ABD, Avustralya, Japonya ve Hindistan) çabası Trump döneminde gündeme geldi; fakat diplomatik olarak yeterince başarılı bir girişim olamadı. ABD’nin başını çektiği bu girişim Çin’in üzerinde var olan bölgesel baskıları artırmayı hedeflemekle birlikte özellikle altyapı finansmanı başta olmak üzere ekonomik boyutu son derece zayıf olan bir girişimdi. Güneydoğu Asya bölgesinde Çin’in artan ekonomik etkinliğini zayıflatma amacı da taşımakla birlikte Çin’in büyüyen donanma gücünü sınırlandırarak esasen deniz güvenliği sorununu önceleyen bu dörtlü girişim, uzun dönemdeki başarı şansı değerlendirildiğinde gevşek bir stratejik işbirliği çabası olarak görülmek durumundadır. Nitekim; ABD bu dörtlü girişimin yeterince başarılı olamadığı kanaatine varmış olacak ki sonrasında AUKUS (Avustralya, Birleşik Krallık ve ABD) adıyla yeni bir güvenlik işbirliği çerçevesi geliştirmek ihtiyacı hissetti.

Asya’nın yeniden örgütlenmesinde 1990’lı yıllardan itibaren Çin’in yürüttüğü çok taraflılık diplomasisi Asyalı küreselciler tarafından desteklendi. Hatta Çin devlet başkanı Hu Jintao döneminde yaygınlık kazanan bölgesel istisnacılık düşüncesi Asyalı ekonomik ve siyasi elitler tarafından savunulmaya başlandı. Bugün hala Asyalı küreselciler bölgenin istikrar ve güvenliğinde Çin’in temsil ettiği ayrıcalıklı konumu desteklemeye devam ediyor.

2016’da kurulan Asya Altyapı ve Yatırım Bankası’nın sadece bölge ülkeleri tarafından değil Avrupa ülkeleri de dahil olmak üzere dünyanın pek çok ülkesi tarafından çekici bulunması Çin’in hem finansal gücünün hem de örgütlenme kabiliyetinin ne düzeyde arttığının somut bir işaretidirÇin’in yeni çok taraflı kurumlar yaratmadaki başarısı yeniden şekillenmekte olan dünya düzeninin yeni normlarının belirlenmesinde reformist yaklaşımın kazandığı ivmenin ulaştığı aşama açısından güven verici bir unsurdur.

Buna ek olarak Asya-Pasifik bölgesinin tamamını kapsayan ve hatta bölgeyi de aşan Kapsamlı Bölgesel Ekonomik Ortaklık (RCEP) antlaşması 2020 yılında Çin’in öncülüğünde gerçekleşti. KBEO, bölgenin geleceğini derinden etkileyecek büyüklükte çok taraflı bir diplomasi başarısıdır. Böylece Çin, Doğu Asya’da serbest ticaret antlaşmalarına dayanan ASEAN ülkeleri ile ticaret bağlarının genişletilmesi amacını Güney Kore ve Japonya’yı da dahil ederek tamamlamış oldu.

BM’nin eski Singapur Büyükelçisi ve “Asya’nın 21. Yüzyılı” kitabının yazarı Kishore Mahbubani son gelişmeler ışığında Batılı liderlerin bölgenin kalkınma ve istikrarını tehlikeye atacak söylemlerde bulunmasını ciddi bir şekilde eleştiriyor. Çin’in global girişimlerinin bölge üzerinde yarattığı olumlu etkinin farkında olmayan Batılı liderlerin Tayvan konusunda gösterdikleri tehditkar tavrın uzun dönemde kendileri için zararlı olacağını savunuyor.

Çok kutuplu dünya düzenine geçiş

ABD hegemonik dünya düzeninin değişimini belirleyen en önemli faktör hiç kuşkusuz yukarıda üzerinde durulan uluslararası sistemin yapısında meydana gelen değişimdir. Çok kutuplu sisteme geçişi hızlandıran 2008 global finansal krizinin doğurduğu etkiler Çin açısından son derece önemli fırsatlar sundu. 2013 sonrası Kuşak ve Yol İnisiyatifi ile Çin’in diğer global girişimleri söz konusu değişimi hızlandıran kapsamlı ekonomik ve güvenlik odaklı politikaların uygulanmasına yol açtı.

ABD liderliğindeki dünya düzeninin en önemli dayanak noktası Avrupa ve Asya arasında kurulan karşılıklı dengeydi. Avrupa’nın pek çok açıdan giderek gerilemesi ve Asya’nın uluslararası ekonomi politiğin merkezi haline gelerek bir bütün olarak yükselişi mevcut dünya düzeninin temellerine dair ciddi sorgulamaların ortaya çıkmasına neden oldu. Bütün bu süreçler büyük güçler arasında dağılımsal rekabete dayalı güç mücadelesi sürecini hızlandırdı.

Ancak bu noktada esas üzerinde durulması gereken konu ABD hegemonyasının yükselen güçler karşısında gerileyişinin neden kaynaklandığıdır. Askeri güç olarak ABD, NATO ve diğer savunma işbirlikleri ile halen dünya liderliğini koruyabilmekte ve mevcut düzene alternatif bir ittifak sisteminin oluşmasını engelleyebilecek organizasyon kabiliyetine sahip görünmektedir.

Bununla beraber günümüz dünya düzenindeki değişimin ‘büyük dönüşüm’ olarak nitelendirilmesine yol açan Asya’nın merkezileşmesi, yükselen büyük güçlerin niteliksel farklılıkları ve içsel büyüme ve siyasi konsolidasyona odaklanmaları gibi nedenler bu güçlerin hegemonya karşıtı direniş stratejileri izlemeleri sonucunu doğuruyor. Dolayısıyla büyük güç mücadelesine dayalı yaşanan değişimin doğasındaki belirsizlik sürüyor.

Mevcut dünya düzenine karşı duyulan hoşnutsuzluk giderek derinleşiyor. Global eşitsizlikler ve buna bağlı ortaya çıkan ekonomik, siyasal ve sosyal sorunlara çözüm üretmede karşılaşılan yetersizlikler gelişmekte olan ülkelerin Çin’e olan ilgisini ve hatta desteğini artırmaktadır. Çin’in ekonomik modeli ve global girişimlerindeki başarısı bir yandan gelişmekte olan ülkelere ulusal ekonomik kalkınma vaadinde bulunurken diğer yandan bağımsızlıklarını koruma taahhüdü verdiğinden çekici görünmektedir.

Çin hem içeride hem de dışarıda kapitalizmin içsel çelişkilerini çözüme kavuşturabilecek yeni bir model beklentisini karşılamada doğal olarak zorlanıyor. Devlet kapitalizmi olarak nitelenebilecek Çin modelinin temsil ettiği ekonomik başarı dünyada ilgi görürken dünya düzenindeki materyal dönüşümü destekleyecek normatif unsurların geliştirilmesinde kat edilmesi gereken önemli bir mesafe bulunuyor.

Liberal dünya düzeni karşısında ideolojik ve içsel sınırlılıklarına rağmen, Xi Jinping liderliğindeki Çin’in dış politikada moral unsurlara ağırlık veren bir söylem geliştirmeye çalıştığı çok açıktır. Özellikle global yönetişimin reforme edilmesi ve global adalet gibi dış politika söylemleri bunun en önemli göstergesidir. Çin’in demokratik sosyalist ideolojisinin evrensel ahlaki boyutlarını gündeme getirirken ne ölçüde başarılı olduğu tartışılabilir. Bu meseleyi Çin’in uzun dönemli stratejik kimlik inşası sürecinin bir parçası olarak görmek gerekir. Önümüzdeki dönemde Çin’in moral diplomasi bağlamında daha aktif bir tutum içine gireceğini görmek ise şaşırtıcı olmaz.

Çin’in ulusal gücünün düşünsel boyutları dikkate alındığında yeni dünya düzeni arayışında gelecekte etkili olacak kritik husus altyapıya dayalı inovasyon yeteneklerinin geliştirilmesidir. Çok hızlı bir dijital dönüşüm yaşayan günümüz dünyasında ABD ve Çin arasında liderlik yarışının hız kazandığı görülüyor. Yapay zeka, yenilenebilir enerji ve dijital ekonomi üzerinden yaşanan dijital dönüşüme öncülük etme çabaları önümüzdeki dönemde Çin’in yeni düzen arayışında belirleyici olacak temel faktörlerden biridir.

Sonuç olarak Çin’in yeni düzen arayışında uluslararası güvenlik sorunlarına yaklaşımında yeni bir dış politika vizyonu geliştirmeye öncelik verdiği anlaşılıyor. Çin-Rusya stratejik ortaklığının derinleşmesi ve Global Güvenlik Girişiminin uygulamaya konulması Avrasya’yı merkeze alan daha kapsamlı ve dengeli bir global diplomasi pratiğinin işaretini veriyor. Diğer taraftan Çin’in ekonomik büyümesiyle beraber çok taraflı diplomasisinin ulaştığı boyut Doğu Asya’da ABD hakimiyetini derinden sarsmıştır. ABD tüm çabalarına rağmen Çin’i dengeleme konusunda arzu ettiği başarıyı yakalayamıyor. Buna karşın Çin, yeni yatırım imkanları arayışı içinde bölgeler arası diplomasi bağlamında özellikle gelişmekte olan yeni pazarlara doğru yönelme eğilimi taşıyor. Dünya düzeninin değişiminde görülen belirsizliğin temel kaynağı materyal güç dağılımındaki değişime normatif değişimin eşlik etmesidir. Bu yüzden ABD liderliğindeki hegemonik düzenin nasıl bir dönüşüm geçireceği ABD’nin zayıflayan meşruiyeti karşısında Çin ve diğer yükselen güçlerin alternatif dünya vizyonları üretme ve maliyete dayatan stratejiler uygulama konusunda gösterecekleri siyasi iradeye bağlı olacaktır.

Kaynak: Star / Dr. Mustafa Tüter

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close