Fransız Stratejik Araştırma Kurumu IFRI: "Erdoğan, Fransız Kolektif Tahayyülünde 'Güçlü Türk' Hatırasını Canlandırıyor" - M5 Dergi
Öne ÇıkanStrateji Analiz

Fransız Stratejik Araştırma Kurumu IFRI: “Erdoğan, Fransız Kolektif Tahayyülünde ‘Güçlü Türk’ Hatırasını Canlandırıyor”

Abone Ol 

“Erdoğan’ın iddialı davranışları, Fransız kolektif tahayyülünde tarihsel bir rakip, meydan okuyan ve hatta Batı’nın düşmanı olan “Güçlü Türk” hatırasını canlandırıyor.”

Fransız Stratejik Araştırma Kurumu IFRI’de yayımlanan analiz M5 tarafından çevrilmiştir.

Türkiye’nin jeostratejik özerklik arayışında yükselen bir güç olarak etkisini artırışı;  Fransa’nın etki alanı olarak gördüğü bölgelerde Ankara’nın büyüyen iddiasından duyduğu huzursuzluğun ışığında değerlendirilmelidir.

– Doğu Akdeniz’deki Fransız-Türk anlaşmazlığı aslında birden fazla cephede oynanan jeopolitik bir güç mücadelesidir: Libya, Suriye, Lübnan.

– Ankara’nın geniş ulusal egemenlik anlayışı Fransa’nın Akdeniz vizyonu ve bölgedeki çıkarları ile çelişiyor.

– DoğuAkdeniz EastMed’deki son gaz keşifleri, Ankara’yı çatışmacı bir politikaya doğru itmekde kilit rol oynadı.

– Macron ile Erdoğan arasında kişisel bir düşmanlık olarak başlayan şey, yavaş yavaş büyük bir jeopolitik rekabete dönüşüyor; Fransa eski bölgesel düzenin savunucusu, Türkiye ise büyük bir oyun bozucu ve meydan okuyucu olarak hareket ediyor.

Fransa-Türkiye geriliminin merkezinde ilk olarak bir deniz alanı anlaşmazlığı yatıyor, Yunanistan ve Kıbrıs, deniz alanlarının sınırlandırılması ve münhasır ekonomik bölge belirlenmesinde Ankara’nın hoşnutsuzluğuna rağmen Fransa’nın desteğini aldı. Ankara, Kıbrıs’ın kuzeydoğusundaki Kıbrıs’ta sondaj operasyonları başlattığında
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron bunun “kabul edilemez” olduğunu söyledi ve Avrupa’yı Türkiye’ye karşı birleşik bir cephe oluşturmaya çağırdı.

Türkiye’nin Doğu Akdeniz çatışma politikasının ideolojik omurgası, Amiral Cem Gürdeniz’in ana hatlarını çizdiği “Mavi Vatan” doktrini ile şekillenmeye başlandı. Daha sonra ise bu iddia bir devlet doktrini haline getirildi. Bu doktrin Türkiye’de; Türkiye’nin milliyetçi anlayışının geri dönüşünün bir adımı ve hidrokarbon kaynaklarına erişim yoluyla jeostratejik özerklik ve enerji güvenliğini sağlamanın bir yolu olarak görülüyor.

Ankara’nın bu doktrin ile ortaya koyduğu geniş ulusal egemenlik anlayışı, Fransa’nın Akdeniz vizyonuyla, bölgedeki çıkarları ile ve  Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Fransa’nın Akdeniz’deki gücünü ve liderliğini yeniden tesis etme hırsıyla tamamı ile çelişiyor.

Türkiye’nin yayılmacılığı ve bölgedeki kendini büyütme politikası, Akdeniz’de geleneksel, köklü bir güç olan Fransa ile arasındaki güç rekabetini farklı bir noktaya taşıdı. Bu küresel güç kayması ve dünyadaki revizyonist olan orta güçlerin yükselişi olarak nitelendirilebilir.

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de ortaya çıkan enerji ve güvenlik düzeninden dışlanmış olmasına tepkisi iki yönlü oldu;

1) Bölgede artan bir şekilde sert güç konuşlandırması (askeri) ve enerji arama gemilerini çekişmeli alanlara göndermekteki keskin politikası,

2) Karşı ittifaklar inşa ederek rakiplerini dengeleme stratejisi.

Ankara’nın son zamanlarda Mısır ve İsrail’e yönelik girişimleri ve Lübnan’la yakınlaşması da bu çerçeveye giriyor. Benzer şekilde Türkiye, Lübnan’ı da önemli bir oyuncu olarak görmektedir. EastMed denkleminde ve deniz sınırlarının müzakereleri alanında teknik yardım ve uzmanlık sunarak Doğu Akdeniz üzerindeki enerji rekabetinde Beyrut’u kendi tarafına çekmeye çalışıyor.

Türkiye; Lübnan’ın yardımını ve bilgi transferini kabul etmesi halinde Lübnan’ın daha geniş bir deniz alanını güvence altına alabileceğini ileri sürüyor. Türkiye bunu başarabilirse, Ankara düşmanlarına zarar verme kapasitesini iki katına çıkarırken aynı zamanda potansiyel ortaklarına bir yenisini daha ekleyecek. Fakat Fransa Türkiye rekabeti burada da kalacak gibi görünmüyor.

Haziran 2020’de Libya açıklarında bir Fransız fırkateyni ile Türk donanması arasında meydana gelen bir olayın ardından, gelişmelerin “soğuk savaş” tan doğrudan bir çatışmaya geçme riskinin olduğu gözle görülebilir bir hale geldi. Ayrıca Libya’daki Fransız-Türk düşmanlığı artan ayrışmanın başka bir güçlü örneğini sunuyor.

Fransa’nın Libya iç savaşında Hafter’i desteklemesi, Türkiye’ninkilerle doğrudan çatışan çıkarlarına dayanıyordu. Libya devriminin patlak vermesinden bu yana, Libya’da Paris yanlısı bir hükümetin kurulması Fransız dış politikasının en önemli parçası olmuştur. Ayrıca Libya’nın Kuzey Afrika’nın bölgesel düzenindeki önemi de göz önüne alındığında Paris için bu durum daha da önem kazanmıştır.

Macron Libya’daki politikasında dört ana hedefi takip etmeye çalıştı:

1- Paris’in doğrudan etki alanının bir parçası olarak gördüğü bir bölge olan Kuzey Afrika üzerindeki Fransa’nın nüfuzunu ve liderliğini korumak;

2-Libya’nın petrol ve gaz endüstrisinden pay almak;

3- Avrupa’nın güney mahallesinde siyasal İslam’ın yayılmasını kontrol altına almak ve;

4- Ankara’nın bölgesel düşmanları olan Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin yanında yer alarak Türkiye’nin bölgesel liderlik hedeflerine engel olmak.

Türkiye’ye gelince; Türkiye’nin Libya’ya müdahalesi BM tarafından tanınan Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni (GNA) desteklemek için oldu. Jeopolitik düzeyde, Arap devrimlerine yönelik politikasının başarısızlığının ardından bölgesel izolasyondan muzdarip olan Türkiye, Libya’da bölgesel liderliğiyakalamak ve nüfuzunu yeniden kazanmak için bir oyun alanı buldu.

Ankara ekonomik düzeyde, savaşın harap ettiği ülkede yeni ve kazançlı inşaat sözleşmeleri yapıyor. En önemlisi ise  Ankara’nın Libya politikası, ülkenin enerji çıkarlarına göre şekilleniyor.

Bunlar; Libya petrolüne erişimin güvence altına alınması ve Libya’yı Doğu Akdeniz denizcilik anlaşmazlıklarında Türkiye’nin düşmanlarını karşı denge aracı olarak kullanmak. Ankara, GNA ile Akdeniz’deki Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Zaptı (Kasım 2019) imzalayarak, Mavi Vatan doktrinini uygulamaya koydu ve geniş deniz sınırları anlayışını savunma niyetini gösterdi.

Anlaşma, Türkiye’nin Libya ile sınırlarını belirliyor ve Türkiye’nin güney Akdeniz kıyısından Libya’nın kuzeydoğu kıyısına kadar uzanan ikili bir MEB alanı yaratıyor. Bu, Ankara’nın yıkıcı gücünü ve kapasitesini kanıtlamak, ayrıca bu şekilde düşmanlarını kendisine meydan okumaktan caydırmak anlamına geliyor.

Paris’ten bakıldığında, Ankara’nın cesur hareketleri Türkiye’nin yükselen bir güç olduğunu ve jeopolitik eğilimleri anlamında daha geniş bir alana nüfuz etmeye başladığını gösteriyor. Ankara’nın hamleleri, geleneksel güçler tarafından kurulan askeri ve siyasi çıkarları sorgulatıyor. Bu, Batı çıkarlarına uymayan jeopolitik bir gerçeklik.

Paris, Erdoğan’ı bir “baş ağrısı” olarak görüyor. Onun iddialı davranışları Fransız kolektif tahayyülünde tarihsel bir rakip, meydan okuyan ve hatta Batı’nın düşmanı olan “Güçlü Türk” hatırasını canlandırıyor. Dolayısıyla, Erdoğan özünde Fransa ve Avrupa için tehdit ve tehlike.

Türkiye yükselen bir güç olarak mevcut düzene meydan okumaya kararlı. Erdoğan’ın kıdemli danışmanı ve sözcüsü İbrahim Kalın’ın ifade ettiği gibi: “Liberal küresel düzenin; ne liberal ne de küresel olduğu ortaya çıktı.”

Paris ve Ankara arasındaki bu risk ortamı, NATO ve AB’nin iç dinamiklerini de önemli ölçüde etkiliyor.

Kaynak: M5
Çeviri/Analiz: Adem KILIÇ

 

 

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close