Covid-19'dan Sonra Gerçekten Güvende Miyiz? - M5 Dergi
DergiKapakMakalelerÖne ÇıkanSayı-346-Mayıs-2020Son sayı

Covid-19’dan Sonra Gerçekten Güvende Miyiz?

Abone Ol 

“Kartalı vuran kendi tüyünden yapılmış oktur” Bir Kızılderili atasözü

Şu an dünya bir pandemi krizi içinde ne yapacağını bilemez bir durumda çabalıyor. Krizlere iki şekilde cevap verilir; ya tedbir alınır ve önlenir ya da başa geldiğinde onunla mücadele edilir. İki durumda da mücadeleden kaçmak mümkün değil. Sorumluluk alır, ezberlenen ve üzerine bir kez dahi düşünülmeyen kavramların içini açıp bakma zamanı, içlerinin neyle dolu olduğunu fark etmek için durdurulduk. Gerçek refah, soluduğun temiz hava, içtiğin temiz su ve yediğin temiz gıda olarak düşünen bir toplum güvenliğini sağlam temeller üzerine kurar. Sonuç olarak, çevre kirliliği, sürdürülebilir kalkınma ve salgın hastalıkların önlenmesi için bütünsel bir yaklaşımla olayı değerlendirmek daha güvenli olacaktır.

İnsanlık, tarih boyunca birçok salgın hastalıklarla mücadele etmek zorunda kalmış ve çok büyük kayıplar vermiştir. Kaybedildiği zaman önemi daha fazla anlaşılan sağlık, her şey eski haline döndüğünde öncelik sıralamasında yeniden öncelik sıralamamızda gerilere düşmeye mahkûm oluyor. Önceliğimizi ise yaşam standartlarımızı yükseltmek adına verdiğimiz bir yaşam savaşı alıyor. Bu yaşam mücadelesini verirken nereye gidildiği, ne uğruna yaşandığı farkındalığı kaybedilebiliyor. Yaşam standartımızı nelerin belirlediği sistem tarafından ustaca dikte ediliyor her birimize; finansal durumumuz, kariyerimiz, sahip olduğumuz mal ve hizmetler. Hepsinin amacı da, bizlerde geleceğimizi güvende hissedecek kadar ‘sahip olmak’ duygusunun oluşması. Böylece, giderek sahip olduklarımız arttıkça, refah düzeyinin de yükseldiği inancı giderek yaygınlaş(tırıl)ıyor. Kısaca, refah içinde yaşayabilmek için sözde yaşam standartlarını hep arttırmaya çalışan toplumlar meydana geliyor.

Bu yazıda refaha farklı bir açıdan yaklaşarak, refah, güvenlik ve COVID19 üzerinden gördüğüm bir bağı paylaşacağım.

Tüm dünyanın mücadele ettiği COVID19 salgınının yayılma hızına bakıldığında önceki birçok salgından daha hızlı yayıldığı görülüyor. Teknoloji çağında olmamıza, çok veya daha az gelişmiş olmamıza ya da medeniyet seviyemize bakmadan ve hiç ayrım yapmadan süratle dünyanın dört bir yanını sarıyor. Ülkelerde görülen dramatik vaka artışlarındaki sebepler incelendiğinde bunların arasından bir etken oldukça göze çarpıyor ve salgının iyileşme hızını acımasızca baltalıyor; hava kirliği!

Science of Total çevre dergisinde yayınlanan araştırmalar gösteriyor ki, COVID19’un sebep olduğu ölümlerin ortak özelliği, uzun süre hava kirliliğine maruz kalınmasıdır. Bu virüs sebebiyle hasıl olan şiddetli akut solunum sendromunun da, dünyanın yüksek düzeyde hava kirliliği yaşanan ülkelerinde yoğunlaştığı tespit edilmiştir.

Araştırmalar, bu salgından Avrupa’da en çok etkilenen ülkeler arasında İtalya ve İspanya yer aldığını gösteriyor. Bu iki ülkenin belli bölgelerinde ölümler yoğunlaşarak, ülkelerdeki tüm ölü sayısının % 78’ine ulaşıyor.Her ne kadar başka parametreler de olsa, iki bölgenin ortak özelliklerinden biri NO2 oranın, yani hava kirletici partikülün, yüksek olması. Hava kirliliğine bu bölgelerde yaşayanların uzun zamandır maruz kalışlarını dikkate alan çalışmalar yapılmış ve sonuç olarak NO2 artışı, yani kronik hava kirliliği ve COVID19 ölümleri arasında pozitif yönde bir korelasyon olduğu tespit edilmiş. Hava kirliliğinin ve atmosferik kontaminasyona sürekli maruz kalmanın hem virüsün yayılmasında hem de iyileşme sürecini baskılamasında önemli bir rol oynadığı konusunda şüphe kalmamıştır.

Friends of the Earth’ten Jenny Bates, “Bu yeni çalışma endişe vericidir. NO2’nin akciğerlerin astarını iltihaplayan ve akciğer enfeksiyonlarına karşı bağışıklığı azaltan toksik bir gaz olduğunu biliyoruz, bu nedenle yüksek NO2 seviyeleri olan bölgelerde yaşayan kişilerin koronavirüse daha duyarlı olmalarını görmek bizi şaşırtamayacaktır” diyor.

Harvard Üniversitesi tarafından yakın zamanda yapılan bir başka çalışmada da benzer bulgular elde edilmiştir. ABD’nin 3.080 ilçesinde yapılan analizlerde, hava kirliliğine uzun süre maruz kalınan bölgelerde küçük bir artışın bile COVID19semptomlarının şiddeti üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğunu göstermektedir.

Yapılan bir başka çalışmada Hollanda’daki 355 belediye incelemeye alınmış ve hava kirliliği ile COVID19 arasındaki ilişki araştırılmıştır. Sonuçta, havanın kirlilik oranının yüksek olduğu bölgelerde COVID19 nedeniyle hastaneye yatanların fazla olduğu tespit edilmiştir. Bu araştırmanın sonucuna göre, kirlilik konsantrasyonlarının %20 artması halinde, beklenen COVID19 vakalarının %100’e kadar artması beklenmelidir.

Harvard Üniversitesi İklim, Sağlık ve Küresel Çevre Merkezi Direktörü Aaron Bernstein “Daha kirli yerlerde yaşayan insanların, koronavirüsten ölme olasılıklarının yüksek olduğuna dair kanıtlarımız var” diyor. Avrupa Halk Sağlığı İttifakına göre, hava kirliliğinin bağışıklık sistemini zayıflattığı ve insanların enfeksiyonla mücadele yeteneğini tehlikeye attığı açıklanmıştır. Çin’de yapılan bir araştırma, hava kirliliği seviyesi, hava hareketi ve korona salgınlarının seyrinin şiddeti arasında bir korelasyon olduğu sonucuna varmıştır.

Hava kirliliği seviyeleri ile viral hastalıklardan ölümler arasında önemli bir bağlantı olduğunu vurgulayan ilk olay bu salgın değildir. California Üniversitesi Epidemioloji Bölümü’nden Chu Yan’ın 2003 yılında yaptığı araştırmada, COVID19 ile yakından ilişkili bir solunum virüsü olan Sars hastalarının, yüksek düzeyde kirlilik olan bölgelerde yaşamaları halinde ölme olasılıklarının %84 daha yüksek olduğu sonucuna varmıştır. Martin Luther Üniversitesi’nde salgın üzerine yapılan bir araştırma “Çevremizi zehirlemek, kendi vücudumuzu zehirlemek anlamına gelir ve kronik solunum stresi yaşadığında kendini enfeksiyonlardan koruma yeteneği sınırlıdır” sonucuna varmıştır.

Bugünlerde salgının ikinci dalgası geldiği haberleri mevcut, salgın tam bitiyor derken yeniden güçleniyor. İkinci dalga, yine hava kirliliğinden müzdarip Asya ülkelerinde yaygın bir şekilde gözükmeye başladı.

Günümüzün en önemli kavramlarından biri olan sürdürülebilirliğin üç ayağı vardır; ekonomi, toplum ve çevre. Şimdiye kadar yalnızca ekonomik kalkınma uğruna diğer ikisi göz ardı edildi ve sonuçta en büyük yarayı yine ekonomi aldı. Sürdürülebilir bir ekonomi, sürdürülebilir bir çevre olmadan mümkün gözükmüyor. Çevre teknolojilerin geliştirilmesi, çevre eğitimi verilerek toplumun bilinçlendirilmesi, yasal düzenlemelerle çevrenin kirlenmeden önce korunması, yeşil teknolojiler için ar-ge çalışmaları yapmak gibi daha birçok çıkış noktası var

European Heart Journal bilim dergisinde yayımlanan araştırmaya göre her yıl dünyada yaklaşık 8,8 milyon kişinin hava kirliliği yüzünden yaklaşık 2 yıl daha erken ölmektedir. Gelişmiş ülkelerdeki hava kirliliği oranının neden olduğu sağlık sorunları küresel ortalamanın üzerinde seyrediyor.

Dünya Doğayı Koruma Vakfı (World Wildlife Fund/ WWF)’nın verilerine göre tüm dünyada saatte 800, dakikada 13 kişi soluduğu kirli hava nedeniyle ölüyor.

Türkiye’deki hava kirliliğinden ölenlerin sayısının trafik kazalarında hayatını kaybedenlerin sayısından yedi kat fazla olduğu, tüm dünyada yaşayan her on kişiden dokuzunun kirli hava soluduğu ve hava kirliliğinin her yıl 7 milyon erken ölüme yol açtığnıı belirten bu açıklamada,” İnsan faaliyetlerine bağlı hava kirliliğinin en temel sebebi fosil yakıtlar” deniliyor. Mayıs 2020 itibariyle COVID19’dan hayatını kaybeden kişi sayısı 230 bini aştı

Diğer ölüm oranları ile kıyaslandığında, bu durumda COVID19’dan sonra güvende miyiz?

Dünya çapında her yıl 5 yaş altı 297.000 çocuk, yetersiz içme suyu, sanitasyon ve hijyen sorunlarından ölmektedir. 2017 itibariyle dünyada 3 milyar insanın yani küresel nüfusun %40’ının ellerini sabun ve su ile yıkamak için kısıtlı suya erişim imkanlarından dolayı müzdarip olduğu gerçeği ile yüz yüzeyiz.

Görüldüğü üzere, hava ve su kirliliğinden dolayı birçok insan salgınlarla mücadele etmekte zorlanıyor. Akıllı telefonlarımızın, son model arabalarımızın ve lüks evlerimizin henüz havayı ve suyu temizleme özelliği olmadığına göre, bu salgından kurtulmanın yolu yine doğanın bize sunduğu nimetlere bağlı. Sosyal izolasyon yaparak kendimizi güvene almaya çalışırken, kirli havadan korunmamız mümkün görünmüyor çünkü doğa kaynaklarını herkesle paylaşmaya devam ediyor.

“Havadaki aynı kirlilik seviyesiyle bu krizden kurtulamayız. Yeşil bir iyileşme olmalı”diyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün Çevre, İklim Değişikliği ve Sağlık direktörü Maria Neira. En çok hava kirliliği olan ülkelerin gelişmiş ülkeler olduğu bir gerçek. Sözde refah seviyeleri yüksek olan ülkelerdeki durumun vahametini her gün haberlerden takip ediyoruz.

Devamı M5 Dergisi Mayıs 2020 Sayısında…

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close