World Politic Review Analiz: “Türkiye Afrika’da saygın bir ekonomik, siyasi, güvenlik ve hatta kültürel ayak izi oluşturdu.”
“Türkiye Afrika’daki ayağını istikrarlı bir şekilde geri kazandı ve kıtada en azından Avrupa, ABD ve Çin’e kıyasla mütevazı kaynakları ile daha saygın bir ekonomik, siyasi, güvenlik ve hatta kültürel ayak izi oluşturdu.”
World Politic Review’de yayımlanan analiz M5 tarafından çevrilmiştir.
“Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçtiğimiz hafta dört günlük ve üç ülkeden oluşan Afrika diplomatik gezisinin ilk ayağı için Angola’nın Luanda kentine adım attı. Angola Cumhurbaşkanı Joao Lourenco ile görüşmesinin ardından gezisine Batı Afrika’ya doğru devam eden Türk lider, Devlet Başkanı Muhammadu Buhari ile ikili görüşmeyle Nijerya’daki gezisini tamamlamadan önce Togollu mevkidaşı Faure Gnassingbe ile de bir araya geldi.
Şu ana kadar yaklaşık 30 Afrika ülkesini ziyaret eden Erdoğan, Türkiye ve Afrika arasındaki işbirliğinin önemini vurguladı ve ortaklıkların artırılmasına yönelik umutları vurguladı. Ayrıca, Togo’nun başkenti Lome yakınlarında bulunan yeni açılan Adetikope sanayi platformunun finansmanı ve hem Angola hem de Nijerya ile savunma, madencilik ve enerji alanında işbirliği anlaşmaları da dahil olmak üzere bir dizi ikili anlaşma imzaladı.
Erdoğan’ın gezisi, Türkiye’nin kendi arka bahçesinde artan jeopolitik gerginliklerin yanı sıra Fransa ve ABD gibi ülkelere karşı Afrika’daki ayak izini genişletmeye çalışmasıyla gerçekleşti. Türkiye’nin Afrika’da artan emelleri, NATO ortaklarının yanı sıra Çin ve Rusya ile de bir rota çarpışmasına neden oldu.
Ankara’nın “Afrika yılı” olarak belirlediği 2005 yılından bu yana Türkiye, kıtayla olan siyasi, ekonomik ve kültürel bağlarını yeniden inşa etmek için büyük çaba sarf etti. Bir zamanlar fazlasıyla öne çıkmasına rağmen, bu bağlantılar Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü ve I. Dünya Savaşları ve II.Dünya Savaşları’nın ardından ortaya çıkmasıyla buhar olmuştu denilebilir. 2005 yılında Türkiye, Afrika Birliği’nde gözlemci statüsü elde etti ve bunu AÜ’nün 2008’de Türkiye’yi “stratejik ortak” ilan etmesi izledi. Bu, 49 Afrika ülkesinin katılımının yer aldığı Türkiye-Afrika İşbirliği Zirvesi’nin açılışının önünü açtı. Türkiye, Afrika Kalkınma Bankası’nın bölge dışı üyelerinden biri olarak da kabul edildi.
Erdoğan, önce Türkiye başbakanı ardından da Cumhurbaşkanı olarak, Türkiye ile Afrika ülkeleri arasındaki ilişkilerin büyük bir şekilde ölçeklenilmesine, Afrikalı liderlerle ilişkilerin geliştirilmesine, Türk şirketlerinin Afrika pazarlarına erişmesine ve Türkiye’yi İslam kültürünün “bekçisi” olarak gösteren kültürel ve dini projelere öncülük etti.
Türkiye Afrika’daki ayağını istikrarlı bir şekilde geri kazandı ve kıtada en azından Avrupa, ABD ve Çin’e kıyasla mütevazı kaynakları ile daha saygın bir ekonomik, siyasi, güvenlik ve hatta kültürel ayak izi oluşturdu.
Diğer taraftan Türkiye’nin artan askeri ayak izi-öncelikle kıtanın kuzey ucunda silah satışları olarak başladı ve Afrika’daki emelleriyle ilgili olarak aslan payını aldı. Ancak Ankara’nın çabaları, yine kıtanın kuzey ve batı ucunun gelişimine hizmet etmesiyle, kalkınma ve kültürel araçlarıyla tartışmasız bir şekilde en başarılı olanı oldu. Türkiye’nin, Ankara’nın kendisini Fransa’ya ve sömürgeci mirasına alternatif olarak sunduğu Sahel’e girişleri Paris’i sarsarken, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron geçtiğimiz günlerde Türkiye’yi “sömürge sonrası kırgınlıkla oynamakla” suçladı.
Kuzey ve Batı Afrika’daki büyük Müslüman nüfus göz önüne alındığında, Türkiye’nin Afrika’daki sömürgeci bir mirastan etkilenmeyen müslüman bir “Afro-Avrasya” devleti olarak tasviri, Fransa ile ilişkinin geleceğiyle ilgili tartışmaların büyük olduğu bir bölgede hoş karşılanan bir karşılık buluyor.
Nijerya ve Mali’den Nijer ve Senegal’e kadar uzanan ülkelerde Türkiye’nin kamusal katılımı; İslam din adamları ve alimlerinin yanı sıra girişimciler de dahil olmak üzere dini, kültürel ve ticari hatlar boyunca insandan insana ilişkilere odaklanmaktadır. Birçok Batı Afrika şehir ve kasabasında, Türk firmaları tarafından inşa edilen veya finanse edilen hastaneler, camiler, okullar, klinikler ve kamu yatırımları yaygındır ve Türkiye’nin bu yatırımları sadece yetersiz hizmet alan nüfusun değil, aynı zamanda daha iyi kamu hizmetleri arayan ve finansal açıdan daha güçlü yerel halkın ihtiyaçlarını da karşılamaktadır.
Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı, Yunus Emre Enstitüsü ve Maarif Vakfı gibi çok çeşitli kurumlar aracılığıyla Türkiye, mütevazı kaynakları ile kalpleri ve zihinleri kazanmak ve jeopolitik hedeflerini sürdürmek arasında bir denge buluyor gibi görünüyor. Tüm bunların yanı sıra, Türkiye’nin kıtayla olan angajmanın da dini bileşeninden kaynaklanan bir potansiyeli de var.
Ayrıca; Erdoğan’ın BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerine atıfta bulunarak “dünya beşten büyüktür” söylemi, dış dünyayla mümkün olduğunca çok bağlantı kurmaya istekli Afrikalı izleyicilerde iyi bir karşılık buluyor.”
Kaynak: M5
Çeviri/Analiz: Adem KILIÇ