Royal United Services Institute: "ABD'nin Türkiye Olmadan Bölgesel İstikrarın Sağlanamayacağını Anlaması Gerekiyor" - M5 Dergi
Öne ÇıkanStrateji Analiz

Royal United Services Institute: “ABD’nin Türkiye Olmadan Bölgesel İstikrarın Sağlanamayacağını Anlaması Gerekiyor”

Abone Ol 

“Türkiye’nin ABD ile ilişkileri bir darbe aldı, ancak ABD’nin  değişen dünyada Türkiye’nin işbirliği olmadan bölgesel istikrarın sağlanamayacağını anlaması gerekiyor.”

Royal United Services Institute’de yayımlanan ve G. Aybet tarafından kaleme alınan analiz M5 tarafından çevrilmiştir.

“Türkiye-ABD ilişkilerinin her zaman sorunsuz geçtiğini söylemek mümkün değil. İki ülke arasındaki ikili ilişkiler, ABD Başkanı Lyndon Johnson’ın 1964 yılındaki Türk hükümetini Kıbrıs hakkında uyardığı mektubundan bu yana pek çok sert iniş çıkış yaşadı.

Bununla birlikte iki ülke arasındaki ilişkiler, Türkiye için birincil derecede ulusal güvenlik tehdidi olan PKK terör örgütünün Suriye ayağına, ABD’nin askeri yardım yapması nedeniyle şimdiye kadar olmadığı kadar gergin bir duruma geldi.

ABD, Rusya’nın “geri dönüşü” olarak nitelendirilen büyük bir güç rekabeti ortamında Rusya’yı durdurmak için küresel bir ‘benzer düşünen’ devletler çemberi oluşturmaya çalışırken, Türkiye kendisini daha önce hiç bu kadar önemli bir rolde bulmamıştı.

İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden bu yana Türkiye, daha önce hiçbir zaman bölgesel gerçekleri bu ölçüde şekillendiremedi. Türkiye’nin Libya, Suriye, Irak’taki rolü ve son zamanlarda Dağlık Karabağ’daki Ermeni işgal güçlerine karşı mücadelesinde Azerbaycan’a olan desteği, küresel değişimin geniş resmi içinde görülmesi gerekiyor.

Türkiye daha bağımsız ve iddialı bir oyuncu olarak ortaya çıktıkça, bölgesel etkisi sadece yeni işbirliği alanları açmakla kalmıyor, aynı zamanda öngörülemeyen bir dünyada geleneksel ittifakların değişmeden kaldığını görmek isteyen eski müttefiklerini de rahatsız ediyor.

İki NATO müttefiki arasındaki mevcut çekişme sorunlarından biri, Türkiye’nin Rus S-400 hava savunma sistemini satın almasıdır. Fakat bu durum daha geniş çerçevede görülmelidir. Çünkü, sorun yalnızca Rus sistemine karşı, ABD’nin teknolojik endişeleriyle sınırlı olsaydı, Türkiye’nin bu endişeleri gidermeye yönelik çabaları cevapsız bırakılmazdı.

ABD’nin, ‘tüm ABD müttefiklerinin gelecekte Rus silahlarını satın almaktan kaçınmasını‘ sağlamak ve Türkiye’nin Rus sistemleri satın alma fikrini taklit eden başka ülkeler için bir” emsal yaratma” çabası içerisinde olduğu açıktır. Türkiye’nin, ABD’nin Patriot sistemi satmaması nedeniyle bu karara itilmiş olması da göz ardı edilmiş görünüyor.

Türkiye-ABD ilişkilerindeki bu kırılganlık noktasında, Başkan Biden maalesef seleflerinin akıllıca davranarak tercih etmediği bir kararı da almayı tercih etti. Başkan Biden, Osmanlı İmparatorluğu’nda 1915’te meydana gelen olayları bir ‘soykırım’ olarak kabul ederek, 1915 olaylarına ilişkin bu terimin resmen kabul edildiğini ilan eden ilk ABD başkanı oldu.

Eski Başkan Ronald Reagan, daha önce bu terimi farklı bir şekilde kullanmıştı. Fakat diğer başkanlar, seçim kampanyalarında bu terimi tanımaya söz vermiş olsalar bile göreve geldiklerinde bunu yapmaktan kaçınmışlardı.

Türkiye, Birinci Dünya Savaşı’nda Ermenilerin çektiği acıları inkar etmiyor. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan , 24 Nisan’da Türkiye Ermenileri Patriği Muhterem Sahak Maşalyan’a bir mesaj göndererek Birinci Dünya Savaşı’nın trajik olayları sırasında hayatını kaybeden Osmanlı Ermenilerinin ailelerine taziyelerini sundu. Mesajda ayrıca Türkiye’nin komşu Ermenistan ile ilişkilerin ilerletilmesi çağrısı da yinelendi. 

Ancak ‘soykırım’ kelimesi çok ciddi bir suçlamayı ifade ediyor ve terimin ciddiyeti nedeniyle hukuki ve tarihsel gerçeklerle tam olarak desteklenmelidir. 

1915 olayları açısından durum böyle değil. ‘Soykırım’ terimi ilk kez 1948’de yasal bir çerçevede kabul edildi. BM, 1915 olaylarını ‘soykırım’ olarak tanımlamayı düşünmedi çünkü yaşananlar, bu terim uluslararası hukukta tanımlanmadan önce meydana geldi .

Dahası, 1948 BM Sözleşmesi, eylemlerin ulusal, etnik veya dini kimliğe dayalı belirli bir grubu ‘yok etme niyetiyle’ yürütülmesi gerektiğini açıkça belirtiyor. Her şeyden önce, Ermenileri bir gruba mensup oldukları için kasıtlı olarak ‘yok etme’ niyetine dair hiçbir delil yoktur. Ermeni birlikleri, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı bir ayaklanmada işgalci Rus kuvvetleriyle ittifak yapmıştı.

Anadolu’daki Müslüman sivillere karşı Ermeni çeteleri tarafından kitlesel ölçekte vahşetler gerçekleştirildi. Bu durum genellikle pek atıfta bulunulmayan tarihsel bir gerçektir. Osmanlı hükümeti ise asayişi ve düzeni sağlamak için orduyu gönderdi.

Ayaklanmanın sorumluları, güvenlik nedenleriyle yalnızca savaş bölgesinden sınır dışı edildi. Dolayısıyla durumu hukuken ‘soykırım’ olarak tanımlamak imkansızdır. Aralarında Stanford Shaw, Bernard Lewis ve Justin McCarthy’nin de bulunduğu 1915 olaylarına atıfta bulunarak ‘soykırım’ terimini kabul etmeyen birçok tarihçi var . Bu nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2005 yılında Türkiye ve Ermenistan’da Ortak Tarih Komisyonu kurulmasını ve tüm arşivlerin açılmasını önerdi . Maalesef bu teklif kabul edilmedi.

Dolayısıyla, somut hukuki ve tarihsel terimlerle desteklenmeyen bu iddialar, politikacılar tarafından kullanıldığında sorunlu hale geliyor. Çünkü konu hakkında hüküm vermek siyasetçilerin işi değil. Bu, zaten iki ülke arasındaki kırılgan olan ikili ilişkileri bozmaktan ve Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkileri de dahil olmak üzere sürdürülebilir bölgesel barış ve istikrarın tesisini engellemekten başka bir şey yapmıyor. ABD’nin Türkiye’nin artan bölgesel etkisini istikrarın ilerletilmesi için bir değer olarak görememesi de talihsiz bir durumdur.

Türkiye, Rusya ile hem Suriye’de ve Libya’da işbirliği yapıp hem de Rusya’nın etkisini sınırlandırmak için realpolitike dayanan bir anlayışa sahiptir. Türkiye’nin Kafkasya’da, özellikle savaşın çehresini değiştiren insansız hava araçlarının kullanımında Azerbaycan’a verdiği destek, durumu ilk kez 30 yıl sonra sahada değiştirmiş ve BM Güvenlik Konseyi Kararlarının fiilen uygulanmasına neden olmuştur. 

Afganistan’da Türkiye, Uluslararası Güvenlik Yardım Gücüne komuta etme rolünü iki kez üstlendi ve NATO’nun Kararlı Destek Misyonunda önemli bir rol oynadı. Türkiye, Doha’da yapılan görüşmeleri tamamlamak ve hızlandırmak için Afgan barış sürecine ilişkin İstanbul Konferansına da ev sahipliği yapıyor. Suriye’de Türkiye, uluslararası koalisyonun diğer üyelerinden daha geniş bir alanı tek başına IŞİD’den geri aldı. Ve bugün, Türkiye birçok NATO misyonuna aktif olarak katılıyor.  

Artık küresel istikrarı koruma kapasitesine sahip olmayan gerileyen liberal bir düzen ve ABD ile alternatif uluslararası işbirliği modları arayışında olan güçler (Rusya yada Çin) stratejik bir ortak ya da fark yaratabilecek önemli bir aktör olarak Türkiye’yi bir yere dahil olmak zorunda kalacak.

Bu kararın Türkiye-ABD ilişkilerine kalıcı etkileri olduğu ortada. Fakat bu sadece hükümetlerin belirli konularda birbirleriyle derin anlaşmazlıklar içerisinde olmasıyla ilgili değil. Bu, Türk nüfusu için oldukça hassas olan bir konuyla ilgili. Bu nedenle, ister bir lobinin isterse diğerinin memnuniyeti için olsun, böyle bir konunun siyasi çıkarların bir aracı haline getirilmesi doğru değil.

Türkiye’nin stratejik ortaklığı, zorluklarla dolu bugünün ve öngörülemeyen geleceğin dünyasında ABD için çok daha önemli olmalıdır.

Kaynak: M5

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close