[ANALİZ] Türkiye-Almanya ilişkilerinde yeni ivme arayışı
ürkiye-Almanya ilişkileri, tarihsel süreç içerisinde yalnızca iki ülke arasındaki ekonomik bağları değil, aynı zamanda Avrupa ve Avrasya jeopolitiğinde oluşan güç dengelerini de etkileyen bir nitelik taşımaktadır. Her iki ülke de karşılıklı olarak birbirini “önemli bir stratejik ortak” olarak tanımlamaktadır.
Türkiye açısından Almanya, Avrupa Birliği (AB) içinde en güçlü ekonomik ve siyasi aktörlerden biri olarak önemini korumaktadır. Almanya açısından ise Türkiye, hem ekonomik işbirliği hem de bölgesel güvenlik ve göç yönetimi konularında vazgeçilmez bir partnerdir.
Bu ilişkinin güncel çerçevesi, son yıllarda yaşanan diplomatik durgunluklara rağmen, 2025 itibarıyla yeniden bir ivme kazanma potansiyeli taşımaktadır. 17 Ekim’de Almanya Dışişleri Bakanı Johann Wadephul’un Ankara ziyareti bu yeniden ivme arayışının somut göstergesi olarak değerlendirilmelidir.
Ekonomik ve toplumsal temel
İki ülke arasındaki ekonomik bağlar, ilişkilerin en istikrarlı sütununu oluşturmaktadır. 2025 itibarıyla Türkiye ve Almanya arasındaki ticaret hacmi 50 milyar doları aşmıştır. Aynı dönemde Almanya’dan Türkiye’ye gelen turist sayısı 4,5 milyonun üzerindedir. Bu veriler iki ülke ekonomilerinin karşılıklı bağımlılığını açık biçimde yansıtmaktadır.
Bununla birlikte, Almanya’da yaşayan geniş Türk diasporası (yaklaşık 3 milyona yakın nüfus ve 80 bin civarında Türk işletmesi) iki ülke arasındaki ekonomik ve kültürel bağların kurumsallaşmasına katkı sağlamaktadır. Türk diasporası iki ülke arasında yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda sosyal uyum ve kültürel etkileşim açısından da iki ülke ilişkilerinde bir “yumuşak güç” aracı haline gelmiştir. Ayrıca, günümüzde Türkiye’de de 8 binin üzerinde Alman şirketi mevcuttur.
Almanya’da yeni hükümet dönemi ve dış politika dinamikleri
Almanya’da son seçimlerin ardından oluşan yeni “büyük koalisyon” hükümeti, Hristiyan Birlik (CDU/CSU) partileri ile Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) işbirliğiyle kuruldu. Tarihsel olarak Almanya’da “büyük koalisyon” hükümetlerinde, şansölyelik genellikle iktidar partisinden seçilirken, dışişleri bakanlığı görevi çoğu zaman koalisyon ortağına verilmiştir. Bu uygulamanın Almanya’nın siyasi geleneğinin yeni koalisyonla birlikte değiştiğini görüyoruz.
Yeni hükümette şansölyeliğin CDU/CSU’dan gelmesi, dışişleri bakanın da aynı partiye mensup olması Berlin’in dış politikada daha kontrolcü bir çizgi izleme niyetine işaret etmektedir. Bu durum, Türkiye ile ilişkilerde de daha dikkatli ve diplomatik bir yaklaşımın da benimsenebileceğini göstermektedir. Ayrıca, Türk kökenli Serap Güler’in Almanya Dışişleri Bakanlığında Devlet Bakanı olarak atanması Almanya’daki Türklerin Alman üst düzey siyasi yönetiminde yer aldıklarının göstergesidir.
17 Ekim 2025 Ankara Ziyareti: İvme arayışı ve diplomatik denge
Almanya Dışişleri Bakanı’nın Ankara ziyareti, Türk-Alman ilişkilerinde yeniden diyalog arayışının sembolik bir adımı olmuştur. Ziyaretin hem Türk hem de Alman medyasında geniş yankı bulması, iki ülkenin de ilişkileri yeniden canlandırma iradesi taşıdığını göstermektedir.
Ziyarette Türkiye-AB ilişkilerinin yeniden ele alınması, ekonomik iş birliğinin derinleştirilmesi ve bölgesel güvenlik konularında stratejik istişarelerin artırılması olmak üzere üç başlık öne çıktı.
Bu çerçevede her iki taraf da Türkiye’nin AB’nin “stratejik ortağı” olduğunu vurgulamıştır. Türkiye, AB’ye tam üyelik hedefinden vazgeçmemiştir. Almanya ise bu sürecin canlandırılmasında olumlu bir tutum sergilemektedir. Ancak AB’nin iç dinamikleri, özellikle de savunma sanayi ve stratejik otonomi alanlarında yaşanan tartışmalar, Türkiye’nin süreçteki rolünü doğrudan etkilemektedir.
AB’nin savunma sanayi planı ve Türkiye’nin durumu
AB, 2025’in Mayıs ayı itibarıyla savunma sanayi kapasitesini güçlendirmek amacıyla yaklaşık 150 milyar avroluk bir bütçe ayırarak Avrupa Güvenlik Eylemi (SAFE) adlı bir proje başlatmıştır. Ancak Yunanistan’ın veto kararının yürürlükte olması sebebiyle şimdiye kadar Türkiye projeye dahil edilmemiştir. Ancak belli koşullar altında proje tüzüğüne dayanarak AB üyesi olmayan ülkeler de projeye dahil edilebilirler.
Almanya ise bu konuda Türkiye’ye yönelik yapıcı bir pozisyon benimsemektedir. Almanya Yunanistan üzerindeki diplomatik etkisini kullanarak vetonun kaldırılması yönünde çaba göstermeye niyetli olduğunu açıklamıştır. Bu noktada Wadephul’un önümüzdeki süreçte Atina’ya giderek bu konuyu doğrudan görüşmesi beklenmektedir.
Bu girişim, Almanya’nın Türkiye’yi Avrupa savunma sistematiğinin tamamen dışında bırakmak istemediğini, aksine bu ülkeyi bölgesel güvenlik mimarisinin bir parçası olarak gördüğünü göstermektedir. Bu da Türk-Alman ilişkilerinde stratejik yakınlaşma ihtimalini güçlendiren önemli bir gelişmedir.
Türkiye-Almanya ilişkileri yeniden şekilleniyor
Genel tabloya bakıldığında, Türkiye-Almanya ilişkilerinde yeni bir denge arayışı görülmektedir. Son döneme kadar özellikle Olaf Scholz hükümeti döneminde ilişkiler daha çok anlaşmazlıklar üzerinden şekillenmişti. İnsan hakları, göç yönetimi, enerji politikaları ve savunma sanayi konularında farklı yaklaşımlar iki ülke arasında zaman zaman gerilime neden olmuştur. Ancak yeni hükümet döneminde, hem ekonomik hem de stratejik düzlemde diyalog ve dayanışma temelli bir anlayışın öne çıktığı görülmektedir.
Bu yeni dönemde Almanya, Türkiye’yi sadece ekonomik bir ortak olarak değil, Avrupa güvenliği ve bölgesel istikrarın vazgeçilmez bir aktörü olarak da değerlendirmektedir. Türkiye açısından ise Almanya, AB’ye açılan kapı olma özelliğini korumakta, diplomatik manevra alanı Berlin üzerinden genişlemektedir.
Dolayısıyla 17 Ekim ziyareti, iki ülke arasında ilişkileri yeniden yapılandırma ve karşılıklı güveni tazeleme yönünde stratejik bir fırsat yaratmıştır. Bu fırsatın sürdürülebilir hale gelmesi, tarafların yalnızca söylem düzeyinde değil, eylem planları düzeyinde de samimi bir işbirliği yürütmelerine bağlı olacaktır.
Türkiye-Almanya ilişkileri, ekonomik karşılıklı bağımlılığın ötesinde, Avrupa’nın güvenlik ve istikrar mimarisi açısından da belirleyici bir nitelik taşımaktadır. Özellikle son dönemde Türkiye’nin uluslararası krizlerde gösterdiği aktif politika ve arabuluculuk Türkiye’yi önemli bir bölgesel aktör olarak konumlandırmıştır. Bu noktada, Türkiye’nin çok yönlü dış politikasının etkilerini görmekteyiz. Türkiye özellikle Rusya-Ukrayna savaşı sürecinde kriz çözümünde aktif rol üstlenmiştir. Gazze krizinde ise Türkiye’nin çözüm arayışları çok bariz bir şekilde görülmektedir ve Türkiye bölgesel krizlerin çözümünde aktif rolü ile öne çıkmaktadır.
Almanya’daki yeni koalisyon hükümetiyle birlikte dış politikada özellikle Türkiye ile ilişkide daha dengeci bir yaklaşımın benimsenmesi, Türkiye açısından yeni bir diplomatik alan açmaktadır. Almanya Dışişleri Bakanı’nın 17 Ekim’de Ankara’yı ziyaret etmesi yalnızca sembolik bir diplomatik temas değil, aynı zamanda Türk-Alman ilişkilerinde yeni bir dönemin, yeni bir başlangıcın işaretidir. Bu süreçte hem ekonomik bağların güçlendirilmesi hem de güvenlik ve savunma alanında işbirliğinin geliştirilmesi, iki ülkenin ortak çıkarları açısından temel bir öncelik haline gelmiştir.
Kaynak: AA / Prof.Dr. Mustafa Nail Alkan, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Öğretim Üyesi