[ANALİZ] Trump'ın nükleer test çıkışı: Gözdağı siyaseti ve stratejik stabilite - M5 Dergi
Öne ÇıkanStrateji Analiz

[ANALİZ] Trump’ın nükleer test çıkışı: Gözdağı siyaseti ve stratejik stabilite

Abone Ol 

Uluslararası güvenlik ortamının son yıllarda aşınması, nükleer silahların uzun bir aradan sonra hiç olmadığı kadar gündeme gelmesine yol açtı ve bu da aktörleri yeni tedbirler almaya zorluyor. Ukrayna Savaşı boyunca yoğun biçimde nükleer sinyalleme yapan Rusya’nın, geçtiğimiz ay Poseidon torpidosu ve Burevestnik seyir füzesi gibi teorik düzeyde kalan üst sınıf silahları duyurması, ABD tarafında nükleer deneme tartışmasını tetikledi. ABD Başkanı Donald Trump tarafından yapılan bu duyuruda denemenin, net bir şekilde nükleer patlamayı işaret etmediği, Trump’ın dış politika kurgusunda kullanmayı sevdiği muğlaklık stratejisinin bir parçası olduğu anlaşılmaktadır. Bu anlamda, teknik gereksinimler de dikkate alındığında açıklamanın muhtemelen bir dış politika sinyali işlevi gördüğü; bunun da Rusya ve Çin’in nükleer alandaki faaliyetlerinden duyulan Amerikan memnuniyetsizliğine işaret ettiği değerlendirilebilir.

Halihazırda, Kapsamlı Nükleer Deneme Yasağı Antlaşması (Comprehensive Nuclear-Test-Ban Treaty, CTBT) bu alandaki asli yasal düzenleme konumunda bulunmakta olup her tür nükleer patlama denemesini yasaklamaktadır. ABD, 1996’da Antlaşma’yı imzalayan ilk ülke olmasına rağmen, Kongre onayı çıkmadığı için Antlaşma hukuken bağlayıcı hale gelmemiştir. CTBT’nin 184 ülke tarafından imzalanmasının ve uluslararası toplum tarafından destek görmesinin bu Antlaşma’ya ciddi bir normatif güç kazandırdığı düşünülmektedir. Ancak bu durum Hindistan, Pakistan ve Kuzey Kore’nin 1990’ların sonunda ve sonrasında nükleer patlama testleri gerçekleştirmelerine engel olamamıştır. Keza söz konusu ülkeler CTBT’yi imzalamamışlardır. Dolayısıyla silah kontrolü antlaşmaları normatif bir çerçeve sunsalar da güç politikasının yükseldiği dönemlerde hızla etkinliklerini kaybedebilirler. Benzer durum INF, Open Skies ve JCPOA gibi örneklerde de görülmüştür.

Gerileyen güvenlik ortamı ve silah kontrolünün aşınması

ABD-SSCB rekabetinde nükleer silahlar, güç dengesi ve caydırıcılık unsurlarının ayrılmaz bir parçası olarak algılanırken, Soğuk Savaş sonrası dönemde nükleer silahların yayılmasının önlenmesi çabaları öne çıkmıştı. Amerikan ve Rus envanterlerinde karşılıklı olarak bulunan yaklaşık beşer bin nükleer silahın sağladığı stratejik paritenin getirdiği denge korunurken, Kuzey Kore ve İran’ın da içinde bulunduğu bir dizi yeni ülkenin nükleer alandaki çalışmaları hedef haline gelmişti. Yine nükleer silahların terör örgütlerinin eline geçmesi ihtimali gibi kalıcı endişeler de gündemde kalmaya devam etti. Bu durum, uluslararası politikada nükleer silahların, güç dengesi (veya karşılıklı yok olmaya dayanan dehşet dengesi) ve caydırıcılık gibi mülahazalardan ziyade normatif bir söylem etrafında ele alınmasını sağlamıştı.

Donald Trump’ın nükleer deneme yönündeki açıklamalarının geçtiğimiz on yıllık değişim sürecinin bir parçasını teşkil ettiği değerlendirilebilir. Söz konusu dönemde silahsızlanma rejiminin zayıfladığı, bu alanda temel yasal düzenlemeler arasında olan INF ve Open Skies ile İran’ı ilgilendiren JCPOA mekanizmasının ortadan kalktığı görüldü. Benzer şekilde 2023 yılında Rusya, Batılı gözlemcilerin nükleer tesislerini incelemesini engellemek için New Start Antlaşmasını askıya aldı ve yeni bir yasa geçirerek CTBT’yi de yürürlükten kaldırdı. Yine Ukrayna Savaşı’nın başından bu yana Rusya’nın nükleer gözdağı politikası uygulaması, ABD tarafındaki huzursuzluğu kayda değer biçimde artırdı.

Ukrayna’da barışın tesis edilememesi, Orta Doğu’daki İsrail saldırganlığı, ABD-Çin büyük güç rekabeti gibi unsurların yanı sıra askeri teknoloji ve özellikle füze ve otonom sistemlerdeki atılımlar halihazırda gerileyen güvenlik ortamını zedelerken, nükleer silahların daha fazla gündemde yer etmesine neden oldu.

Nükleer testlerin anlamı

ABD Başkanı Trump’ın açıklamalarının endişe yaratmasının nedeni, nükleer patlamalara yeniden dönülmesi ihtimalinin ortaya çıkmasıydı. Zira halihazırdaki pratik nükleer kuvvet modernizasyonları, nükleer patlama gerçekleştirilmeden, bilgisayar simülasyonları ya da subkritik plütonyum deneyleri aracılığıyla yürütülmekteydi. Bu şekilde aktörler envanterlerindeki gerek nükleer harp başlıklarının gerekse de iletim araçlarının (uçak, füze, denizaltı vb.) güvenilirliklerini ve etkinliklerine dair değerlendirmeler yapmaktaydı.

Donald Trump’ın dış politikasında muğlaklık ve tahmin edilemezlik stratejisi izlediği göz önüne alındığında, söz konusu açıklamanın nükleer patlamadan ziyade muhataplara mesaj vermeyi amaçladığı söylenebilir. Ancak bu durum yine de diğer ihtimali ortadan kaldırmamaktadır. Zira nükleer patlama testlerine dönülmesi, Trump’ın ilk başkanlık döneminde de tartışma konusu edilmiştir. Benzer şekilde Trump’ın siyasi ekibinde ve kendisine yakın nükleer stratejistler arasında, Rusya ve Çin’in söz konusu alandaki kabiliyetlerini büyütme ve Amerikan kabiliyetlerini azımsama eğilimi görülmektedir. İletim araçlarındaki teknolojik gelişmeler ise (bu yazıda geçen Poseidon ve Burevestnik gibi) bu endişeleri körükleme riski taşımaktadır.

Rusya ve Çin stratejik stabiliteyi aşındırıyor mu?

ABD tarafında Rusya ve Çin faaliyetlerinden duyulan memnuniyetsizlik sebebiyle nükleer patlama testlerine dönülmesi argümanı sağlam bir zemine oturmamaktadır. Rusya ile ABD arasındaki stratejik parite yani karşılıklı nükleer silah sayısının yakınlığı (5.000-5.500) korunmaktadır. Rusya’nın testlerini gerçekleştirdiği ve “önlenemez” olarak nitelendirdiği Poseidon torpidosu ve Burevestnik seyir füzesinin geleceği ve sahadaki etkinliği hâlâ muğlaktır. Buna ek olarak, tam aynı olmasa da benzer işlevler üstlenebilecek Minuteman türü füzeler ve önleme sistemleri ABD tarafından zaten sürekli test edilmektedir. Diğer taraftan Rusya, özellikle Ukrayna Savaşı’ndan itibaren nükleer kuvvetler tatbikatları icra etse de bu kapsamda nükleer patlama gerçekleştirmemiştir.

Diğer taraftan, Çin’in nükleer silah sayısını hızla artırdığı doğru olmakla birlikte, bu ülkenin elindeki harp başlığı sayısının 600 olduğu değerlendirilmektedir. Amerikan güvenlik bürokrasisi Çin’in 2030 yılında 1000, 2035’te 1500 adet nükleer harp başlığına sahip olacağını tahmin etmekte ve bu eğilimin süreceğini iddia etmektedir. Bu durum ABD tarafında artık Rusya ve Çin’e karşı toplam bir nükleer üstünlük sağlanması gerektiği yönünde bir anlayış ortaya çıkarmaktadır. Zira ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından nükleer silahlar üzerine Ekim 2023’te yayınlanan raporun Nükleer Çok Kutupluluk Dünyasında Caydırıcılık şeklinde isimlendirilmesi buradaki değişime olan vurguyu ifade etmektedir.

Ancak Çin ekonomisinin büyüklüğü ve bu ülkenin uluslararası alanda artan etkisi düşünüldüğünde Çin’in zaten ifade edilen sayıda kalmaması; ABD ve Rusya ile en azından stratejik parite sağlaması beklenecektir. Bu durum büyük güç rekabetinin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkacaktır. ABD-SSCB, ABD-Rusya ve Hindistan-Pakistan arasında birbirine çok yakın nükleer silah sayıları tesis edildiyse Çin de ABD ile olan rekabeti dolayısıyla bu yöndeki gayretinden vazgeçmeyecektir.

Sonuç olarak, Rusya ve Çin’in nükleer silahlar alanında attığı adımların nükleer caydırıcılığın karakteristiğini değiştirdiğini söylemek için oldukça erken görünmektedir. Benzer şekilde, söz konusu gelişmelerin stratejik istikrarı, yani nükleer silaha sahip aktörlerin bir nükleer saldırı başlatmak için rasyonel bir neden göremediği ya da bulamadığı durumu aşındırdığını söylemek de mümkün değildir. Dolayısıyla Trump’ın açıklamalarının ABD tarafında ciddi bir politika değişimine yol açması daha küçük bir ihtimal olarak kalmaktadır.

Kaynak: AA / Rıfat Öncel

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close