Fransız Senatosu, Macron yönetiminin Güney Kafkasya politikası ve Azerbaycan karşıtı tutumuyla uyumlu hareket ediyor. Fransa’nın yeniden etkili bir aktör haline gelmek için Azerbaycan üzerinde daha fazla baskı oluşturmayı amaçladığı söylenebilir.
15 Kasım’da Fransa Senatosu, eylül ayındaki çatışmalar nedeniyle Azerbaycan’ı kınayan, Azerbaycan askerlerinin sözde işgal ettiği Ermenistan topraklarından ve Laçın koridorundan çekilmesini isteyen, bölgeye uluslararası barış gücü yerleştirilmesini talep eden bir karar aldı. Fransa’nın Karabağ’daki sözde yönetimi tanımasına atıfta bulunan karar, aynı zamanda Azerbaycan ile ekonomik ilişkilerin gözden geçirilmesini ve yaptırımlar uygulanması taleplerini de içeriyor.
İlk bakışta Fransa’daki Ermeni diasporasının baskısıyla alındığı izlenimi oluşturan kararın normal şartlar altında Fransız hükümeti nezdinde bağlayıcılığı yok. Ancak kararın Senatoda 295’e karşı 1 oyla kabul edilmesi, meselenin sadece Senatonun iç politik kaygılarıyla açıklanmasını zorlaştırıyor. Benzeri bir kararın Fransız Parlamentosundan da çıkacağı beklentisi ve Emmanuel Macron yönetiminin Senato kararı öncesinde ve sonrasında attığı bazı adımlar da bu görüşü doğrular nitelikte.
Fransa’nın tavrı, Ukrayna Savaşı’nın ortaya çıkardığı sonuçlar ve Avrupa’nın enerji ihtiyacının artmış olduğu bir dönemde ikame edici bir enerji kaynağı olarak ön plana çıkan Azerbaycan dikkate alındığında zamanlama açısından da çok anlamlı değil. Fransa’nın bu tavrının devam etmesi halinde Azerbaycan’ın Macron yönetimine daha etkili bir tepki verme olasılığı da yüksek
Fransa’nın Güney Kafkasya’da azalan etkisi
İkinci Karabağ Savaşı öncesinde Minsk Grubu Eş-Başkanı sıfatıyla Karabağ sorununun asli taraflarından birisi olan Fransa, bir anlamda çözümsüzlüğün de asli bir unsuruydu ve savaş öncesi müzakerelerde yapıcı bir rol oynamak yerine Ermenistan’a müzahir bir tutum takınmaktaydı. Bununla beraber Azerbaycan’ın, Türkiye’nin yoğun desteğiyle gerçekleştirdiği İkinci Karabağ Savaşı’nda, Macron yönetimi sahadaki dengeleri etkileyecek bir pozisyonda olamadı. Savaş sonucunda Karabağ sorunu kendi içinde çözüldüğünden, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in, öldüğünü açıkladığı Minsk grubunun etkisinin fiilen ortadan kalkmasıyla Fransa’nın süreçteki asli rolü de otomatik olarak ortadan kalktı.
Bu aşamadan sonra Fransa, Güney Kafkasya’daki gelişmelerde dolaylı olarak yer aldı. Azerbaycan ve Ermenistan arasında Rusya’nın da dahil olduğu Üçlü Beyanname ile beraber farklı bir mecraya giren Karabağ sürecinde, Fransa’nın rolünden Avrupa Birliği (AB) üyesi olması nedeniyle bahsedilebilir oldu. Nitekim Azerbaycan ile Ermenistan arasında barış müzakerelerinde bir aktör olarak AB, etkiyi ortaya koyan kişi olarak ise AB Konseyi Başkanı Charles Michel rol oynamaya başladı.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve sonrasında yaşanan olayların gölgesinde bir Avrupa Siyasi Topluluğu oluşturmak için 6 Ekim’de Prag’da gerçekleştirilen zirve, Macron yönetimi açısından sadece AB bağlamında değil, AB sınırlarını aşan ve Güney Kafkasya’yı da içeren bir etki ortaya koyabilmesi için önemli bir fırsat olarak görüldü. Zirve sırasında Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki ilişkilerde net bir taraf tutmak yerine taraflara eşit mesafede durduğu izlenimi veren Macron, “Fransa bölgede yeniden etkili bir aktör olacak mı?” sorusunu akla getirdi.
Fransız Senatosu Azerbaycan karşıtlığında yalnız değil
Aslında Fransız Senatosu’nun Azerbaycan karşıtı bir karar alması ilk değil. Sonuncusu 2020’de olmak üzere daha önce de Azerbaycan karşıtı ve Ermenistan’a destek mahiyetinde bazı kararlar almıştı. Ancak Karabağ’daki çıkmazı büyük ölçüde sona erdiren İkinci Karabağ Savaşı’nın üzerinden iki yıl geçmesine ve Azerbaycan ile Ermenistan arasında barış müzakerelerinde ciddi bir mesafe katedilmiş olmasına rağmen, Fransız Senatosu’nun bu kararı üzerinde düşünmek gerekiyor.
Burada öncelikle belirtilmesi gereken, aslında Fransız Senatosunun, Macron yönetiminin Güney Kafkasya politikası ve Azerbaycan karşıtı tutumuyla uyumlu hareket ettiği gerçeğidir. Senato kararının neredeyse oybirliği ile geçmesi bu uyumun ne kadar yüksek olduğunun bir göstergesi. Bu uyum ilişkisinin fitili içten içe yanmakla beraber ateşin ortaya çıkması büyük ölçüde son üç ayda söz konusu oldu.
Normalde Fransa’nın AB Konseyi üzerinden dolaylı rol oynadığı Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki müzakereler en son 31 Ağustos’ta AB Konseyi Başkanı Michel’in ev sahipliğinde Brüksel’de gerçekleştirilmiş ve belirli bir mesafeye gelinmişti. Buna rağmen eylül ayında Azerbaycan ile Ermenistan arasında çatışmalar yaşanınca Macron yönetimi, konuyu acilen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin gündemine götürdü. Prag zirvesinde taraflara eşit mesafede yaklaşacak görüntüsü vermesine rağmen, zirveden bir hafta sonra yaptığı açıklamalarda, Ermenistan’ı önceleyen ve Azerbaycan’ı suçlayan bir tutum takındı.
Dışarıdan bakıldığında, Macron yönetiminin Azerbaycan’a karşı agresifleşen bu tutumu Fransa’nın Güney Kafkasya’da marjinal bir aktör haline geldiğinin ve yeniden etkili bir aktör olamayacağının teyidi olarak yorumlanabilir. Farklı bir perspektiften de Fransa’nın yeniden etkili bir aktör haline gelmek için taktik değiştirdiği ve Azerbaycan üzerinde daha fazla baskı oluşturarak bir konum elde etmeyi amaçladığı söylenebilir.
Frankafon Zirvesi ve Güney Kafkasya arasında zoraki ilişki
Fransa’nın Güney Kafkasya’daki gelişmelere yönelik tarafgir tutumu, kendisini 19-20 Kasım’da Tunus’ta düzenlenen Frankofon Zirvesi’nde de gösterdi. Fransızca konuşan veya Fransız kültürünü merkeze alan 54 üyeli Frankofon Örgütü’nün zirvesi sonrasında yayımlanacak sonuç bildirisi taslağına Azerbaycan’ı suçlayan ve Ermenistan’a desteği içeren bir metin yerleştirilmeye çalışıldı.
Elbette böylesi bir girişim, uluslararası arenada etkisi oldukça sınırlı olan Ermenistan’ın çabalarıyla söz konusu olmadı. Fransa, Azerbaycan’ı suçlayıcı ifadelerin sonuç bildirisinde yer alması için yoğun bir çaba harcadı. Bu durum bile Fransa’nın İkinci Karabağ Savaşı sonrasında yeniden değişen tutumunun geldiği noktayı göstermesi açısından anlamlıydı.
Fransız Dışişleri Bakanı’nın girişimlerine rağmen Paris-Erivan yönetimlerinin istediği taslak kabul edilmedi ve Azerbaycan Dışişleri Bakanı Ceyhun Bayramov’un ifadesiyle “yüzde 95’i değişti”. Taslak sonuç bildirisinin değişiminde ise iki faktör rol oynadı. Bunlardan birincisi Azerbaycan’ın yürüttüğü etkili diplomasi ve özellikle Bağlantısızlar Hareketi dönem başkanı sıfatıyla yaptığı girişimler.
Zira Frankofon Örgütü’nün üyeleri büyük ölçüde Bağlantısızlar Hareketi üyesiydi. İkinci faktör ise Türkiye’nin etkili sonuçlar üreten Afrika politikası oldu. Nitekim Frankofon Örgütü’nün üyelerinin çoğu aynı zamanda Afrika’da yer alıyor ve Türkiye bu ülkeler nezdinde Azerbaycan lehine girişimlerde bulundu. Bunların sonucunda zirve sonuç bildirisi, Paris-Erivan yönetimlerinin istediği gibi çıkmadı.
Fransa’nın girişimleri nasıl sonuçlar verebilir?
Fransa’nın son dönemde dozajını giderek artırdığı Azerbaycan karşıtı tutum Ermenistan tarafında güçlü bir destek buluyor. Öyle ki Paşinyan yönetimi 7 Aralık’ta AB Konseyi Başkanı Michel ile yapılması planlanan üçlü müzakerelere ön şart olarak Macron’un da katılmasını istedi.
Bu tutum Azerbaycan nezdinde de karşılık buldu. Cumhurbaşkanı Aliyev yaptığı açıklamada, Fransa’nın müzakerelere dahlinin kendileri için kabul edilemez olduğunu ifade etti ve Macron’un bulunduğu masaya oturmayacağını söyleyerek, 7 Aralık’taki müzakerelere katılmayacağını açıkladı. Bu durum en azından şimdilik Fransa’nın son üç aydaki politikasının Bakü nezdinde etkili olmadığının bir göstergesi.
Toparlamak gerekirse, Fransa’nın son dönemde attığı adımların iki amacı bulunuyor. Bunlardan birincisi mutat olan iç politik kaygılar nedeniyle ülkede bulunan ve İkinci Karabağ Savaşı sonrasında ortaya çıkan yeni jeopolitik realiteyi kabullenmekte zorlanan Ermeni diasporasını tatmin etme çabası. İkincisi ve daha ön planda olanı ise Macron yönetiminin, ilk döneminde karşılaştığı engeller nedeniyle bir türlü ulaşamadığı ve yeni dönemde yine çabaladığı bir başarı hikayesine ihtiyaç duyması ve bu vesileyle Güney Kafkasya’da yeniden etkili bir aktör olma isteği.
Açıkçası, Macron’un bu isteğinin gerçekleşmesi zor görünüyor, çünkü bölge dışı aktörlerin eskisi gibi bölge politikalarına nüfuz etmesinin önünde önemli bir engel var: Giderek güçlenen ve meydan okunması zorlaşan Türkiye ile Azerbaycan arasındaki iş birliği.
Öte yandan Fransa’nın son dönem politikalarının Paşinyan yönetimine cesaret verdiği de açık ve bu nedenle ikili müzakere sürecinin olumsuz etkilenme ihtimali de bulunuyor. Bu durum Güney Kafkasya’da kalıcı barışın ortaya çıkmasını geciktirici bir faktör olarak değerlendirilebilse de süreci ve özellikle jeopolitik dengeleri köklü bir şekilde etkilemesi oldukça zor. Kaldı ki Fransa’nın bu tavrı, Ukrayna Savaşı’nın ortaya çıkardığı sonuçlar ve Avrupa’nın enerji ihtiyacının artmış olduğu bir dönemde ikame edici bir enerji kaynağı olarak ön plana çıkan Azerbaycan dikkate alındığında zamanlama açısından da çok anlamlı değil. Fransa’nın bu tavrının devam etmesi halinde Azerbaycan’ın Macron yönetimine daha etkili bir tepki verme olasılığı da yüksek.
Kaynak: AA