ABD’nin ve diğer Batılı ülkelerin büyük üniversitelerinde görülen hareketlenmenin arka planında, “motor güç” olarak Nekbe’nin yeni kuşakları var.
Hamas bünyesindeki silahlı birliklerin 7 Ekim 2023 sabahı İsrail’de çeşitli noktalara düzenlediği “Aksa Tufanı” adlı seri operasyonların ardından İsrail’in Gazze’ye başlattığı soykırım sürüyor. Filistinli sivillerin karşı karşıya kaldığı insani trajedi ve kayıplar üzerinden meseleye yaklaşıldığında, ortada bir felaketin bulunduğu su götürmez bir gerçektir. Ancak İsrail cephesinden görünen manzara, hem işgal güçlerinin muhafazaya çalıştığı pozisyon hem de Filistin davasının geleceği açısından oldukça dikkati çekici bazı yeni unsurları barındırıyor. Yakın gelecekte Orta Doğu ve İslam dünyası için mühim neticeler doğurma potansiyeline sahip bu yeni unsurları, 5 başlık altında toplamak mümkün.
Filistin, Orta Doğu ve İslam dünyada gündemin ilk sırasına oturdu
Filistin davasının 100 yılı aşkın sancılı tarihinde, meselenin küresel çapta bu yoğunlukta gündeme geldiğine ilk kez tanık oluyoruz. Dünyanın dört bir yanında Filistin konuşuluyor, tartışılıyor, işgalin sivillere hangi bedelleri ödettiği en üst perdeden dile getiriliyor. Sadece Filistin ve işgal değil, İslam’ın bizatihi kendisi de farklı milletlerin ilgisini çekiyor, sayısız ihtida öyküsüne şahitlik ediyoruz. Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) ve diğer Batılı ülkelerde insanlar, hükümetlerinin kendilerine söylediği yalanlarla yüzleşiyor, resmi tarihin gözden kaçırdıkları ifşa ediliyor, Orta Doğu’nun yakın tarihini yeniden ve duru bir zihinle okuma noktasında niyetler tazeleniyor.
Siyonist işgalin vahşi yüzü net biçimde hafızalara kazındı
İsrail resmi tarih tezi, devletin kuruluşunu şöyle formüle etti, “Topraksız bir halk için, halksız bir toprak.” Topraksız halk Yahudilerdi, halksız toprak ise Filistin. Kendi halklarına ve dünyaya benimsettikleri bu yoruma göre, tamamen terk edilen ve yabani durumdaki Filistin’i yaşanabilir hale getiren şey, Yahudilerin yoğun çabasıydı. Onlara göre Araplar Yahudileri çekemedi ve sürekli kendilerini kovmaya çalıştı. 7 Ekim’den sonra ise tüm bu tezler artık alay konusu haline geldi. Bilhassa “İsrail ordusunun dünyanın en ahlaklı ordusu olduğu” şeklindeki meşhur siyonist söylem, artık çöpe atıldı. İnsanlık Gazze’de işlenen suçları canlı yayında izlerken aynı zamanda tüm bu yaşananlar kayıtlara da geçiyor.
İsrail’in “yenilmezlik” miti ortadan kalktı
İsrail, şimdiye kadar Arap komşularıyla giriştiği her savaşı kazanmasını, ordusunun manevra ve savaş kabiliyetine bağladı. Mossad’ın istihbarat sahasındaki “kusursuzluğuna” dair efsanelerle süslenen bu anlatı, Aksa Tufanı’yla birlikte masala dönüştü. Zira karşımızda, ambargo ve abluka altındaki bir halkın ürettiği iptidai silahlara teslim olan bir İsrail vardı. İstihbarat zaaflarının yanında, İsrail ordusunun savaş kapasitesi o kadar güven vermiyordu ki, haftalar boyunca kara operasyonlarına bile başlayamadı. ABD destekli hava saldırıları olmasaydı, İsrail muhtemelen Gazze’ye karadan hiç giremeyecekti veya girer girmez hezimete uğrayarak çekilmek durumunda kalacaktı.
Siyonizmin ekonomik destek ağı deşifre oldu
İsrail’e ve siyonist işgale ekonomik destek veren çeşitli markalar ve küresel şirketlerle ilgili soru işaretleri ve kafa karışıklıkları, artık yerini net bir tabloya bıraktı. Evet, böyle bir destek aleni biçimde vardı. Şimdiye kadar İsrail’in gerçekleştirdiği bütün saldırılarda bazı global markalara dair dile getirilen şüpheler, karşı şüphelerle izale ediliyordu. Ancak şu anda, söz konusu yardım ve desteğin billurlaştığı, hiçbir istifham ve bulanıklığın kalmadığı bir süreci yaşıyoruz.
Nekbe’nin yeni kuşakları ayağa kalktı
Yüzyıllardır atalarının yaşamaya devam ettiği topraklardan birdenbire sürgün edilen ve 1948’den itibaren dünyanın dört bir yanına dağılmak zorunda kalan ilk Nekbe nesilleri, gittikleri ülkelerde çok zor şartlarla karşılaştı. Onların çocukları, torunları ve onların çocukları ise bugün artık siyasette, ticarette, medyada, akademide ve hayatın daha birçok sahasında aktif bir şekilde varlık gösteriyor. Bugün ABD’nin ve diğer Batılı ülkelerin büyük üniversitelerinde gördüğümüz hareketlenmenin arka planında, “motor güç” olarak, Nekbe’nin yeni kuşakları var. Gelinen nokta, 80 yıl önce siyonist işgalcilerin asla tahayyül edemeyecekleri bir seviyeye erişti. Filistin’de kökünden sökülen ağaçlar, bambaşka coğrafyalarda gür biçimde filiz verdi, veriyor ve buradan geri dönüş olmayacaktır.
Tüm bu işaret ettiğimiz hususların yanında, İslam dünyasının içine aynayı çevirdiğimizde görünen bir başka manzara daha mevcut. Geçtiğimiz yüzyıldan günümüze, Müslüman ülkelerin iç politikasında ilk sırada yer alan Filistin meselesi, 2 zor soruyla yüzleşmeye devam ediyor. Filistin meselesi, İslam dünyasındaki hükümet ve yönetimler için tam olarak ne ifade ediyor? Bölgesel ve uluslararası çapta Filistin davasını kim ya da kimler temsil etmeli? Bugün Orta Doğu ve İslam dünyasında Filistin meselesinin nasıl ele alındığına dikkatle bakılırsa, her 2 soru nezdinde kafa karışıklıklarının, doğru tavır almanın önündeki en büyük engel olduğu görülecektir.
İslam dünyası Filistin konusunda gerçekten somut ve netice odaklı adımlar atmak istiyorsa, önce Filistin’le alakalı tanımlar ve beklentiler siyasi düzeyde netleştirilmelidir. Ardından bu devletler, Filistin siyaset sahnesinin iç dinamikleriyle uyumlu ve Filistin halkının beklentilerini karşılayan kadrolarla ilişkilerini sağlamlaştırmalıdır. Bunlar yapılmadığı takdirde İsrail işgalinin ömrü uzayacağı gibi, atılan hamasi nutukların samimiyet derecesi de sürekli sorgulanacaktır.
Kaynak: AA / Taha Kılınç