AB ülkeleri ile ABD’nin Güney Kafkasya ülkeleriyle ilişkilerini sıcak tutmaları ve sıklıkla görüşmelerde bulunmaları bölgenin artan stratejik ve jeopolitik önemiyle doğrudan bağlantılı.
Bilindiği üzere Karabağ’daki 44 günlük savaş 10 Kasım 2020’de Rusya’nın öncülüğünde imzalanan ateşkes antlaşmasıyla son bulmuş ve 30 yıllık işgalin ardından Güney Kafkasya’da yeni bir dönem başlamıştı. Tam da bölgede barış ve istikrar umutlarının yeşermeye başladığı bir dönemde Azerbaycan-Ermenistan sınırında yaşanan çatışmalarla birlikte bölgede tansiyon yeniden yükselmeye başladı.
Aslında 10 Kasım mutabakatıyla birlikte başlayan normalleşme sürecinin Azerbaycan-Ermenistan ilişkilerinin yanı sıra Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde de yeni bir sayfa açması beklenirken bu kez geçtiğimiz eylül ayında sınırda başlayan çatışmalar sürecin hiç de kolay olmayacağını bir kez daha ortaya koydu. Sınır çatışmalarının ardından Güney Kafkasya’da Batı dünyasının etkisi daha belirgin hale geldi.
” Batı dünyası Güney Kafkasya üzerinden bölgede Rusya ve İran’ı da dengelemeye çalışıyor”
Uluslararası kamuoyunun taraflara yönelik yapmış olduğu sağduyu çağrısının ardından Azerbaycan ve Ermenistan liderleri Türkiye’nin de katıldığı Avrupa Siyasi Topluluğu’nun Prag’daki zirvesinde bir araya geldi. Bu zirve hem tarafların Birleşmiş Milletler (BM) Şartı ve 1991 Alma-Ata Deklarasyonu’na bağlılığını belirtmesi hem de Fransa’nın bölgede nüfuzunu arttırma çabaları açısından önemli bir girişim oldu. Zira Alma-Ata Deklarasyonu’na bağlılık aynı zamanda Erivan’ın Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü tanıdığı anlamına geliyor. Öte yandan Fransa’nın öncülüğünde gerçekleştirilen bu zirvede AB misyonunun sınıra gönderilmesi kararının alınmış olması Rusya’ya bir misilleme olarak değerlendirildi. AB’nin Güney Kafkasya’da Rusya’dan rol kapma ve Batı dünyasının bölgede genişleme politikalarının devamı olarak da değerlendirebilecek olan bu zirvenin ardından taraflar bu kez Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le bir araya geliyor.
Rusya’nın Soçi ajandası
Rusya’nın Soçi kentinde 31 Ekim’de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın bir araya geleceği toplantıda Ermenistan ve Azerbaycan arasında devletlerarası ilişkilerin kurulmasının gündeme gelmesi bekleniyor. Putin’in yakın zamanda Valday Tartışma Kulübü’nde yapmış olduğu açıklamada Ermenistan ile Azerbaycan arasında bir anlaşma imzalanmasının gerekliliğine yaptığı atıf da Rusya’nın halen bölgedeki nüfuzunu Batı dünyasına göstermek istediği şeklinde yorumlanabilir.
“Soçi Zirvesi’ni Rusya’nın, Batı dünyasının Güney Kafkasya’da genişlemesini durdurmak adına yaptığı bir hamle olarak değerlendirmek mümkün”
Batı dünyasına misilleme olarak görülen Soçi Zirvesi’nin gerçekleştirilmesinde Rusya’nın, arka planda ABD ve AB ülkelerinin Güney Kafkasya ülkeleri üzerinden yürüttüğü genişleme faaliyetlerine set çekme isteğinin etkili olduğu söylenebilir. Özellikle benzer bir sürecin Gürcistan ve Ukrayna’da NATO’ya üyelik üzerinden denenmesi de burada hayati öneme sahip. ABD ve AB ülkeleri Kafkasya’da Ukrayna üzerinden Rusya ile karşı karşıya geldiği için bu bölge adeta yeni bir mücadele alanına dönüşmüş durumda. Mücadelenin temelinde ABD ve AB ülkelerinin yeni dönemde başta enerji ve ulaşım olmak üzere pek çok alanda yaşadığı krizlerin önemli bir payı bulunuyor. Ayrıca arka planda Batı dünyasının Güney Kafkasya üzerinden bölgede Rusya ve İran’ı da dengelemeye çalıştığı unutulmamalı.
İran ise Hazar Denizi’nden Türkiye ile bağlantıda hayati öneme sahip Zengezur Koridoru’nun açılması halinde bölgedeki etkisinin azalmasından duyduğu rahatsızlık nedeniyle her geçen gün Ermenistan’a daha da yakınlaşıyor. Son olarak Azerbaycan-Ermenistan sınırında gerçekleştirdiği tatbikatları ve “sınırlarda herhangi bir değişikliği kabul etmeyeceklerine” dair sert açıklamaları bu kapsamda değerlendirilebilir. Ayrıca Azerbaycan ve Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerinin de İran’ı rahatsız ettiği biliniyor.
Yeni güvenlik mimarisi arayışı
Yeni dönemde Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte küresel çapta yaşanan enerji, gıda, göç, silahlanma, terörizm gibi krizler sadece Güney Kafkasya’da değil Doğu Avrupa’da da etkilerini hissettirmeye başladı. Bu kapsamda yeni güvenlik mimarisi arayışları ile NATO ve AB üyeliğine olan ilgi de hız kazanmış durumda. İsveç ve Finlandiya’nın uzun yıllar izledikleri tarafsızlık ilkesinden ayrılmaları, NATO’ya üyelik için attıkları adımlar da bu arayışın ve endişenin önemli göstergelerinden biri.
Bu noktada AB ülkeleri ile ABD’nin Güney Kafkasya ülkeleriyle ilişkilerini sıcak tutmaları ve sıklıkla görüşmelerde bulunmaları bölgenin artan stratejik ve jeopolitik önemiyle doğrudan bağlantılıdır. Özellikle Azerbaycan’ın dünya pazarlarına yönelik gaz ihracatını artırma konusundaki hedefleri de göz önünde bulundurulduğunda Batı dünyasının bölgeye olan ilgisi ilerleyen günlerde daha da artacaktır. Ayrıca Ermenistan’ın da içinde yer aldığı yeni güzergahların belirlenmesi hem daha ekonomik hem daha az maliyetli olacağı için bu durum ABD ve Batı dünyasının da yeni rotasını Güney Kafkasya’ya çevirmesinde etkili olacaktır. Tıpkı EASTMED (Doğu Akdeniz Boru Hattı) projesinde olduğu gibi. Nitekim Türkiye’nin devre dışı bırakıldığı bu projenin yakın zamandaki iptali, güzergah ve maliyet hesaplamalarının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterdi. Bu nedenle benzer şekilde yeni dönemde Güney Kafkasya’da Ermenistan’ın da içinde yer aldığı pek çok uluslararası projenin hayata geçirilmesiyle birlikte maliyet ve güzergah açısından ciddi kazanımlar söz konusu olacaktır. Ayrıca AB ülkelerinin Rusya ve diğer Orta Doğu ülkelerine olan enerji bağımlılığını uzun vadede tamamen ortadan kaldırmak gibi bir planları olduğu da göz önünde bulundurulursa yeni dönemde Batı dünyası ve Rusya’nın bu kez bölgede NATO’ya üyelik üzerinden karşı karşıya kalacağını söylemek mümkün.
Bölgesel dengeler
Güney Kafkasya’da uzun yıllar Rusya’nın etkisi altında kalan ve Rusya ile tarihsel bağları bulunan Ermenistan’da, özellikle de Nikol Paşinyan dönemiyle birlikte yeni bir dış politika izlenmeye ve mevcut sorunların çözümü konusunda daha radikal adımlar atılmaya başlandı. Paşinyan’ın bu vizyonu zaman zaman kendisinin “Türk Nikol” olarak adlandırılmasına neden olsa da Ermenistan’da önceki yönetimlerden farklı olarak önemli adımlar atmıştır.
Paşinyan dönemi politikalarının başarısının en önemli göstergelerinden biri de Türkiye ile ilişkileri normalleştirme konusunda ocak ayından bu yana başlatılan özel temsilciler ve liderler nezdinde yapılan görüşmeler oldu. Ermenistan tarafı Türkiye ile ilişkilerin normalleştirilmesi sürecinin Ermenistan-Azerbaycan ilişkileri ile eşgüdüm içerisinde sürdürülmesinden rahatsız olsa da Moskova, Viyana, Antalya ve Prag görüşmelerinden bu yana önemli mesafeler kat edildi.
Bu açıdan Rusya-Ukrayna savaşı tıpkı tüm dünyada bir milat olduğu gibi Güney Kafkasya’da da 44 günlük Karabağ zaferi yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Çünkü zaferinin ardından Karabağ’da konuşlanan Rus barış gücü askerlerinin bölgedeki mevcudiyeti Batı dünyası tarafından “sürecin kazananı Rusya oldu” şeklinde algılandı ve rahatsızlığa neden oldu. Bu yüzden Sovyet sonrası dönemde TACIS, INOGATE, TRACECA gibi yardım kuruluşları adı altında bölgede varlığını hissettirmeye daha doğrusu bölgeyi “Avrupalılaştırmaya” çalışsa da Batı dünyasının asıl hedefinin Kafkasya’da Rusya ve İran’ı dengelemek olduğu unutulmamalı.
Nitekim INOGATE, TACIS ve TRACECA programları, uzun vadede AB ülkelerinin kendi ihtiyacı olan enerjinin sağlanması için yürütülen programlardır. ABD ve AB’nin tıpkı Gürcistan ve Ukrayna’da olduğu gibi Güney Kafkasya ülkelerinin de yüzünü Batı’ya çevirmeleri için girişimlerde bulunmaları Rusya tarafında rahatsızlıkla karşılanıyor. Bu nedenle Putin, Soçi Zirvesi’yle Batı dünyasına “arka bahçesi” olarak gördüğü Güney Kafkasya’da bu manevralara izin vermeyeceğini bir kez daha net bir biçimde ortaya koyacaktır. Ayrıca son günlerde Rus televizyonlarında Karabağ’la ilgili Azerbaycan’a yönelik bazı kışkırtıcı haberlerin yayınlanması da Rusya’nın bölgede çözümden ziyade sorunları derinleştiren bir politika izlediğini gösteriyor. İran’ın Azerbaycan ve Ermenistan sınır bölgelerindeki askeri tatbikatı da göz önünde bulundurulduğunda yeni dönemde Batı dünyası ile Rusya ve İran’ın mücadele alanı olarak Güney Kafkasya’nın öne çıktığı aşikar. İran’ın her platformda Zengezur Koridoru’yla ilgili rahatsızlığını dile getirmesi de bununla ilişkilidir.
Sonuç olarak Rusya-Ukrayna savaşı tüm dünyada olduğu gibi Güney Kafkasya’daki gelişmeleri de etkiledi. Rusya’nın Ukrayna üzerinden Batı dünyası ile yürüttüğü mücadele bölgede ciddi anlamda güç kaybetmesine neden oldu. Bu yüzden Soçi Zirvesini bir bakıma Rusya’nın Batı dünyasının Güney Kafkasya’da genişlemesini durdurmak adına yaptığı bir hamle olarak değerlendirmek mümkün. Özellikle AB ülkelerinin Azerbaycan-Ermenistan sınırına sivil bir AB misyonu görevlendirmesi de Karabağ bölgesinde konuşlandırılan Rus barış gücü askerlerinin mevcudiyetine yönelik bir misilleme girişimi olarak görülüyor. Nitekim Ermenistan Savunma Bakanlığından bazı yetkililerin NATO Askeri Eğitimi Geliştirme Programı (DEEP) kapsamında West Point Askeri Akademisi ile gerçekleştirdikleri görüşmeler de önümüzdeki günlerde Ermenistan’ın savunma konusunda ABD’den destek alma girişimlerine başladığını da gösteriyor.
Kaynak: AA