İngiltere iç siyasetinde bir dizi fiyaskonun yaşandığı kaotik bir yıl olarak 2022, Başbakan Liz Truss’ın henüz görevde ikinci ayını tamamlamadan istifa etmesiyle bir krize daha tanıklık ediyor.
Henüz şubat ayında eski başbakan Boris Johnson’ın karantina kurallarını ihlal ederek birçok özel partiye katıldığı ortaya çıkmış ve kendi ekibinden başta Rishi Sunak gibi önde gelen isimlerin adeta ihanetine uğramıştı. Devam eden süreçte Muhafazakar Parti içinde Liz Truss ve Rishi Sunak arasında geçen liderlik yarışı eylül ayında Truss’ın galibiyetiyle sonuçlanmıştı.
Geldiğimiz noktada ise eylül ayının kaybedeni olarak Rishi Sunak’ın, Muhafazakar Parti başkanlığı için rakipleri Boris Johnson ve Penny Mordaunt’un ardı ardına yarıştan çekildiklerini açıklamaları sonrası yüz milletvekilinin desteğini sağlayan tek aday olarak başbakanlığı kesinleşmiş oldu. Böylelikle İngiltere, Brexit’ten sonraki altıncı yılda beşinci muhafazakar başbakanıyla yeni bir döneme girmiş oldu.
Muhafazakar Parti’de lider arayışı
Brexit sonrası İngiliz iç siyasetinin ana gündemlerine bakıldığında parti içi güven oylaması ihtimalinin alışılmışın dışında bir sıklıkla tartışıldığı kolaylıkla gözlemlenebilir. Theresa May’in, Brexit oylaması sonrasında İngiltere’nin Avrupa Birliğinden (AB) ayrılma sürecini 2019 yılına kadar yürütürken parti milletvekillerini bir türlü konsolide edemediği hatırlanacaktır. Süreç içinde kendi hükümetinin hazırladığı ayrılma anlaşmaları bile Avam Kamarası’nda bizzat muhafazakar vekillerin muhalefetiyle karşılaşmıştı.
Halefi Boris Johnson ise önceki hükümetten farklı olarak Muhafazakarlar arasında Brexit konusunda gemiyi limana güvenle yanaştıracak ve eleştirilere de halk nezdindeki popülaritesi sayesinde daha dirençli olabilecek bir profil olarak genel seçimleri kazanmıştı. Her ne kadar giyim tarzı, tavırları ve verdiği demeçlerle Donald Trump benzeri bir popülizmden beslendiği algısı medyada eleştirilerin merkezinde olsa da, esasında en büyük vaadi olan Brexit sürecini tamamlama ve AB’den ayrılmanın potansiyel zararlarını elimine edecek politikalar üretme konusunda başarılı bile olduğu söylenebilir.
Bunlara rağmen sergilediği profilin kendi partisinde sorgulandığı ve hatasının kollandığı bir iktidarı vardı. Nitekim Kovid-19 salgını ile başlayan ekonomik daralma, hayat pahalılığının artması ve sosyal yardımlara rağmen artan vergiler parti içinde güven oylaması taleplerinin gelmesi için yeterli oldu. Devamında ise “partygate skandalı” ile kanunları çiğneyen bir başbakan imajını, Ukrayna’da patlak veren savaşın domine ettiği gündeme rağmen üzerinden atamadı ve istifa kaçınılmaz olarak Boris Johnson’ın da kaderi oldu.
Devamında ise Muhafazakar Parti’de liderlik yarışı, selefinin ekonomi politikalarının kökten reddini vadeden Johnson hükümetinin Dışişleri Bakanı Liz Truss ve Johnson hükümetinde Hazine Şansölyesi yani eleştirilen ekonomi politikalarının mimarı olan Rishi Sunak arasında sürdü.
Bu ikiliden Rishi Sunak, partinin vekillerince daha çok destek görürken delegelerin desteğiyle Liz Truss yeni başbakan olmuştu. Ancak Truss’ın vadettiği vergi indirimi planının uygulanmaya başlamasıyla kamu kaynaklarına yaratacağı baskı ve piyasanın likit ihtiyacına yönelik artan talebe cevap verilemeyeceği endişesi sterlinde tarihi bir düşüşe sebep oldu. Neticede parti içinde desteklenen ekonomi programı henüz ilk adımda geniş çaplı bir muhalefet yarattı ve güven oylaması tehditlerinin neticesinde Liz Truss görevinden istifa etti.
Brexit sonrası İngiliz iç siyasetinin ana gündemlerine bakıldığında parti içi güven oylaması ihtimalinin alışılmışın dışında bir sıklıkla tartışıldığı kolaylıkla gözlemlenebilir.
Rishi Sunak, Johnson hükümetinin Hazine Şansölyesi olduğu andan itibaren aslında bugüne yönelik hazırlanmaya başlamıştı. Sosyal medya kullanma biçimi, parti içi tartışmalarda Boris Johnson’a bir alternatif olarak kendini konumlandırması dolayısıyla hükümetin karşılaştığı eleştiriler kendi alanına girmediği sürece daha özerk bir pozisyon alarak fırsat kolladığını belli ediyordu. “Partygate skandalı” tartışmaları esnasında ise bu pozisyonunu somutlaştırarak Johnson’a açıktan muhalefet etmişti.
Ayrıca Brexit konusunda ayrılma taraftarı olmasına rağmen ideolojik olarak AB karşıtı bloktan kendisini sıyırmıştı, hatta “Remain Camp” olarak bilinen Brexit karşıtlarına göz kırpmasıyla eleştiriliyordu. Yine de muhafazakar parti kulislerinde gelecek seçime yönelik partinin her geçen gün güç kaybetmesinin yarattığı panik henüz 45 gün önce kaybeden Rishi Sunak’a acele bir yönelimi beraberinde getirdi. Geldiğimiz noktada ise Rishi Sunak’ın başbakan oluşu gösteriyor ki Muhafazakar Parti milletvekilleri, liderlerini seçerken somut bir ekonomi planı veya dış politika anlayışını merkeze alarak karar vermiyor. Aksine Brexit’ten bu yana parti tam bir savrulmayla karşı karşıya. Birbirlerinin antitezi konumunda ve birbirlerine asla benzemeyen profillerin ardı ardına bu koltuğa gelmesi de bu argümanı destekliyor.
İngiltere’deki siyasi savrulmalar AB genelinde bir kırılmanın habercisi
Elbette siyasi partiler ve milletvekilleri için seçim kaygıları bu gibi durumlara sebebiyet verebilir. Her zaman vadedilen somut bir planın değil bazen pür seçim odaklı saiklerle başarıyı getireceğine inanılan kişiler destek görebilir. Son altı yılda beş farklı başbakan görmemiz de bununla alakalı.
Ancak İngiliz iç siyasetinde Muhafazakar Parti’nin yüz yıldır seçimlerin büyük bir çoğunluğundan galibiyetle çıktığı düşünüldüğünde, son yıllarda partinin popülaritesindeki radikal düşüş ve yükselişler sorunun basit bir seçim kaygısından farklı olduğuna işaret ediyor. Özellikle Brexit gibi İngiltere’nin son yıllarda yaşadığı en büyük iç politik kamplaşmadan zaferle ayrılan Muhafazakarların bu başarının kredisini çok hızlı tükettiği görülüyor.
Bu noktada sorun yanlış tespit ediliyor olabilir. Kimilerine göre Brexit, İngiltere’yi istikrarsızlaştırmış, kimilerine göre ise Boris Johnson popülist yönelimlerle ülkeyi bu duruma sürüklemişti. Aslında İngiltere, Avrupa demokrasilerinin her an yüzleşmek zorunda kalabileceği bir refah sorunsalıyla karşı karşıya. Soğuk savaşın bitişiyle beraber Avrupa genelinde liderlerin en büyük övünç kaynağı olan refah illüzyonunun dünya siyasetinin 2000’li yılların ortasından bu yana her an daha da kaotik bir hal almasıyla bir nevi maskesi düşüyor.
ABD’nin koruması altında sıfır güvenlik maliyeti ve yine ABD’nin dominasyonunun mümkün kıldığı kaynak ve pazar bolluğu, Avrupalıların sahip oldukları refahın aslında kolonyal geçmişlerinin sonrasında “yarattıkları” liberal demokrasilerin bir sonucu olduğu yanılsamasını yarattı. 2014’te Kırım’ın ilhakı bu düzenin ne kadar ABD’ye bağımlı olduğunun soğuk savaş sonrasındaki en yakın örneği olmuştu. Yine aynı dönemde Arap Baharı ile başlayan bölgesel istikrarsızlık veya küresel ölçekte gücün Asya-Pasifik tarafına doğru hızla kayması bütünüyle Avrupa’nın refah düzenini tehdit eden diğer faktörlerdendi. Bu tehlikeli gidişata, salgın koşulları ve Ukrayna’daki savaşla birlikte bugün gördüğümüz tarihi enflasyon oranları ve enerji fiyatları da eklenmiş oldu.
“Rishi Sunak, Johnson hükümetinin Hazine Şansölyesi olduğu andan itibaren aslında bugüne yönelik hazırlanmaya başlamıştı. Sosyal medya kullanma biçimi, parti içi tartışmalarda Boris Johnson’a bir alternatif olarak kendini konumlandırması dolayısıyla hükümetin karşılaştığı eleştiriler kendi alanına girmediği sürece daha özerk bir pozisyon alarak fırsat kolladığını belli ediyordu.”
Peki İngiltere’de baş gösteren bu iç siyasi istikrarsızlık neden Almanya veya Fransa gibi diğer Avrupa devlerinde henüz görülmüyor? Şüphe yok ki Brexit, ülkenin uzun vadede egemenliği ve güvenliği hususunda faydalı bir karar olsa da ekonomik olarak kısa vadede sorunları da beraberinde getirdi. Henüz Brexit sonrası toparlanma sürecini tamamlamayan İngiltere’yi salgın ve savaş savunmasız yakaladı.
Diğer bir deyişle, diğer Avrupa devlerinden farklı olarak İngiltere 2022 yılına daha kırılgan bir iç siyasetle geldi. Böylesine kaotik bir ortamda böylesi bir refah devletinin vatandaşına sağladığı imkanların devlet bütçesine olan yükü düşünüldüğünde ekonomideki gidişatta en ufak bir olumsuzluk, var olan orta sınıf ve dar gelirlilerin hayatında dramatik etkileri olabileceği korkusunu yaratıyor. Örneğin en son, enerji fiyatlarındaki artışlarla milyonlarca kişinin ısınma sorunuyla karşı karşıya kalacağı öngörülüyordu. Öyle ki belediyeler ısınmak için toplanma alanları belirlemek gibi faaliyetlerin içine girebiliyor. Hal böyleyken vatandaşların farklı partilere yönelimi doğal bir sonuç olarak görülebilir.
Ancak, Muhafazakar Parti’nin önde gelenlerinin liderlerden hoşnutsuzluğu, liderlerin oy kaybına sebebiyet vermelerinden ziyade, devam edeceği varsayılan ekonomik sorunlara rağmen “vatandaşın ilgisini çekebilecek bir profil” arayışından kaynaklanıyor.
Hem Boris Johnson’ın hem Liz Truss’ın istifası sonrası milletvekillerinin öne çıkardığı Rishi Sunak da tam olarak bu ihtiyaca karşılık bulacaklarını düşündükleri kişi. Hem muhafazakar olup hem liberal bir profil çizen, aynı zamanda Hint komünitenin bir parçası olan medyatik bir zenginin her yerden oy alabileceği düşünülüyor. İronik şekilde Johnson’ın popülist tavrından kaçan İngiltere gerçek bir popülist liderle karşı karşıya kalmış gözüküyor. Önümüzdeki süreçte İngiliz siyaseti görece bir toparlanma yaşayacak gibi görünse de ekonomideki kırılganlık devam ediyor. Dolayısıyla hayat pahalılığı gibi meselelerde somut adımlar atılmazsa Rishi Sunak da selefleriyle aynı kaderi paylaşabilir.