Analiz: ABD'nin İsrail politikası sürdürülebilir mi? Taraflar ne planlıyor? - M5 Dergi
DünyaÖne Çıkan

Analiz: ABD’nin İsrail politikası sürdürülebilir mi? Taraflar ne planlıyor?

Abone Ol 

Doğu Akdeniz’de ve başka yerlerde pek çok kişi İsrail’i, son 200 yılda diğer Avrupa imparatorlukları tarafından desteklenenlerden farklı olmayan sömürgeci bir yerleşimci devlet olarak görüyor.

Amerika’nın İsrail’e destek politikasının nasıl başladığını anlamak için biraz geriye Harry Truman dönemine gitmek gerekiyor. Kıdemli diplomat George Kennan ve Politika Planlama Ekibi, Dışişleri Bakanı George Marshall ve Dışişleri Bakanlığının Yakın Doğu Bölümü, Deniz, Kara ve Hava Kuvvetlerinin istihbarat ofisleri ve CIA, İsrail devletini tanımanın Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) çıkarlarına aykırı olduğuna inanıyordu.

Ancak 1948 yılında başkanlık seçimleri kasım ayında yapılacaktı ve zor durumdaki ABD Başkanı Harry Truman’ın alabileceği her oya ihtiyacı vardı. Daha da kötüsü, Truman’ın başlıca rakibi Cumhuriyetçi Thomas Dewey, 1946 New York valilik yarışında kısmen Yahudi oylarının gücüyle zafere ulaşmıştı.

Truman’ın İsrail devletini tanımaya karar vermesinin ardında bazı kişisel nedenler vardı. En önemlisi, Truman’ın eski iş ortağı Edward Jacobson ateşli bir siyonistti ve Truman’ı, daha sonra İsrail’in ilk cumhurbaşkanı olacak olan Chaim Weizmann’ın kendisini Beyaz Saray’da ziyaret etmesine izin vermeye ikna eden kişiydi. Truman’ın kişisel danışmanlarından en az biri İsrail’in tanınması lehinde güçlü argümanlar sunuyordu. Truman aynı zamanda, o dönemde ABD toplumunda İsrail’e verilen geniş destekte önemli bir etken olan Holokost’a karşı aynı tiksintiyi paylaşıyordu.

Bilindiği gibi Truman o dönem kasım ayında sürpriz bir zafer elde etse de New York’u kazanamadı. Belki ekonomik sorunlar seçimin sonucunu İsrail konusundan daha fazla etkilemiş olabilir. Ancak ABD’nin İsrail’i destekleyen politikası artık başlatılmıştı. Bu politika kısa sürede ivme kazanacaktı.

Politika ataleti

Bir politika uygulandıktan ve bir süre yürürlükte kaldıktan sonra “politika ataleti”ne uğrar. Politikalar siyasi tercihler anlamına gelir ve bunun sonucunda para, kaynaklar ve güç belirli hedeflere yönelir. Bu para, kaynak ve güç akışlarının etrafında, bu akışlardan yararlanan ve bunların devam etmesini isteyen örgütler, lobiler, şirketler gibi gruplar ortaya çıkar. Buna paralel olarak, bu grup ve kuruluşlar lobicilik ve diğer yollarla bu akışların devam etmesini sağlamak için ellerinden geleni yaparlar. Özetle, politika kararları etrafında nihayetinde çıkar ağları oluşur ve bu çıkarlar söz konusu politikaların mümkün olduğunca uzun süre devam etmesini sağlamayı amaçlar. Bu, İsrail yanlısı politikaların bugün ABD siyasetinin bu kadar kökleşmiş bir özelliği olmasının önemli bir nedenidir.

Ancak bu tür durumlar genellikle sadece maddi motivasyonların sonucu değildir. ABD’nin İsrail politikası söz konusu olduğunda, inançlar, kültür, tarih, din ve diğer faktörler de politikanın sürdürülmesinde rol oynuyor. Amerika’nın güçlü Protestan Evanjelik hareketi, genel anlamda, İsrail’in varlığının İsa Mesih’in beklenen dönüşü için gerekli olduğuna inanıyor; dindar Yahudilerin bazı mezhepleri, özellikle de Batı Şeria’daki İsrailli yerleşimci gruplar arasında etkili olanlar, İsrail’in varlığının Mesihlerinin (Moshiach) ortaya çıkması için gerekli koşulları yaratmada bir araç olduğuna inanıyor. Başka bir deyişle, bazı modern Hıristiyan ve Yahudi inançlarının bir kombinasyonu da ABD’nin İsrail’e verdiği desteğin sürdürülmesinde güçlü bir rol oynadı. Bu, 1948’deki durumun aksine, günümüz ABD siyasi sınıfının çoğunun İsrail’e yönelik olumlu politikaları güçlü bir şekilde desteklemesinde önemli bir faktördür.

Bunun yanı sıra ABD dış politikası da göz ardı edilmemelidir. İsrail’in ABD’nin mali ve askeri yardımlarından en çok yararlanan ülke olması, ABD’nin küresel imparatorluğunun önemli bir parçası olduğunu vurguluyor. İngilizlerin yerel azınlıkların pozisyonunu yükseltip belli durumlarda kullanmalarına benzer şekilde, İsrail de etnik, dilsel ve dinsel yapıları farklı toplumlar arasında kurulmuş bir devlettir.

Doğu Akdeniz’de ve başka yerlerde pek çok kişi İsrail’i, son 200 yılda diğer Avrupa imparatorlukları tarafından desteklenenlerden farklı olmayan sömürgeci bir yerleşimci devlet olarak görüyor. 1948’den bu yana İsrail ve komşuları arasındaki siyasi ve askeri gerilimler, ABD’nin siyasi ve askeri dikkatinin, petrol kaynaklarının büyük bir kısmını tedarik ettiği bu bölgeye odaklanmasına yardımcı oldu.

Mevcut durum çıkmaz bir sokak

Bugün, İsrail iç siyasetinde artan radikalizm ve İsrailli siyasetçilerin Filistinlilerle daha uzlaşmacı ilişkiler kurmayı reddetmesi, İsrail ve ABD politikasını kazananı olmayan bir duruma sokmuş durumda. Geriye dönüp bakıldığında, Hamas’ın Filistin Yasama Konseyi’nde çoğunluğu kazandığı 2006 Filistin seçimleri kaçırılmış bir fırsattı. İsrail ve ABD’nin Filistin halkının iradesini tanıması ve Hamas’a kendisini seçmenlerine karşı sorumlu bir siyasi partiye dönüştürme şansı vermesi gerekiyordu.

Ancak İsrail ve ABD bunu yapmadığı için, durum tahmin edilebileceği üzere adım adım yükselen şiddet olaylarına dönüştü. Şimdi İsrailli yetkililer, savaş suçu teşkil eden eylemler de dahil olmak üzere, ayrım gözetmeksizin tüm Gazzelilere karşı giderek daha korkunç bir şiddet uyguluyor. ABD’li politika yapıcılar ise bir yandan İsrailli politikacıları ve onların kanlı aşırı şiddetini dizginlemeye çalışırken bir yandan da giderek daha fazla sayıda silah tedarik ederek ve giderek daha büyük askeri güç gösterilerine girişerek ikili bir oyun oynuyor. [8] Bunun uzun vadede sürdürülemez olduğu, özellikle ABD’nin kaynaklarını diğer küresel krizlere de sarf etmek durumunda olduğu düşünüldüğünde, açıktır. Tel Aviv ve Washington’da daha soğukkanlı, daha rasyonel zihinler ne zaman galip gelecek?

– Mantık ne emrediyorsa o: Türkiye

Neyse ki, Filistinlilerin Gazze ve Batı Şeria’dan oluşan ve başkenti Doğu Kudüs olan bir devlete sahip olmaları gerektiği konusunda uluslararası bir fikir birliği oluştu. Sorun bu çözüme ulaşmaktır ve tek rasyonel, gerçekçi yol ne Benjamin Netanyahu, Joe Biden, Antony Blinken, Beltway ne de Brüksel-Paris-Londra-Berlin dörtgeninin yüzleşmek istemediği bir yoldur: Türkiye.

Tabii asıl sorun Gazze’yi kimin yöneteceği. İsrail Başbakanı Netanyahu İsrail’in bunu bir süreliğine yapabileceğini söylüyor, ancak İsrailliler devamlı asker ve askeri malzeme kaybını göze almadığı takdirde bu ciddi bir öneri değil. İsrail devletinin Gazze’deki politikalarına karşı ülke içinde protestolar artarken bu pek olası görünmüyor. Netanyahu ayrıca defalarca İsrail’in amacının Hamas’ı ortadan kaldırmak olduğunu iddia etti ki bu tamamen gerçek dışı görünüyor. Bu son derece düşük ihtimalli hedef bir şekilde gerçekleşse bile İsrail’in yakıp yıkma politikalarıyla yarattığı nefret nesiller boyu sürecektir. Bu tür temeller üzerine kalıcı bir barış inşa edilemez.

İsrail’e ek olarak hiçbir Batılı güç de Gazze’yi yönetme sorumluluğunu üstlenecek kadar meşruiyete sahip değildir. Bu hem emperyalizmin hem de Batı’nın İsrail’e verdiği geleneksel desteğin bir mirasıdır. Meşruiyet eksikliğinin yanı sıra, Türkiye dışında hiçbir bölgesel güç bu tür sorumlulukları üstlenebilecek askeri ya da lojistik kapasiteye sahip değildir. Bölge dışındaki hiçbir küresel aktör de duruma müdahil olma isteğine ya da kendilerini aday yapabilecek meşruiyete sahip değil. Geriye tek bir seçenek kalıyor.

Daha önce de belirttiğim gibi Türkiye sadece bu tür sorumlulukları yerine getirebilecek istihbarat, lojistik ve askeri kapasiteye sahip olmakla kalmayıp aynı zamanda Gazze sokaklarında geniş meşruiyete sahip tek bölgesel aktördür. Türkiye Cumhuriyeti, bir Filistin devletinin kurulmasına giden süreç yürütülürken BM destekli bir Gazze yönetimine liderlik edebilecek tek olası aktördür.

İlginçtir ki, Türkiye için daha büyük bir bölgesel güvenlik rolü ilk olarak Truman’ın 1948’deki çarpıcı zaferiyle mümkün hale gelen ikinci Truman yönetimi sırasında öngörülmüştü. Aradan 70 yıl geçmiş ve dünya dramatik bir şekilde değişmiş olsa da, Türkiye Cumhuriyeti’ne daha büyük bölgesel güvenlik sorumlulukları yüklemenin özünde yatan mantık değişmemiştir.

Kaynak: AA

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close