The Nation: "Amerika'nın küresel düzeni şekillendirdiği dönem sona mı erdi?" - M5 Dergi
Öne ÇıkanStrateji Analiz

The Nation: “Amerika’nın küresel düzeni şekillendirdiği dönem sona mı erdi?”

Abone Ol 

“Washington, çıkarları dünya sahnesinde Amerika’nın çıkarlarıyla örtüşmediği takdirde dost ve müttefiklerinin çoğu zaman kendi yollarına gideceklerini kabul etmeli.”

ABD’nin dünya üzerindeki hegemon konumunu kaybettiği tartışmaları her geçen gün daha çok tartışmaya yol açıyor.Soğuk Savaş sonrası tek kutuplu dünya düzeninin sona erdiği ve çok kutuplu yeni bir düzenin başladığı fikirleri öne sürülüyor.

Eli Clifton ve Amir Handjani, The Nation için kaleme aldıkları analizde, ABD’nin küresel düzen içerisindeki değişen konumunu ve sürecin geleceğini değerlendirdi.

Geçtiğimiz on yıl boyunca jeopolitik görünüm ABD’nin ayaklarının altından kaydı. Soğuk Savaş’ın ardından ABD’nin dünyanın tartışmasız hegemonu olduğu tek kutuplu dönem sona erdi. Otuz yıl sonra, doların küresel para rezervlerindeki payı giderek azalır, ABD’nin geleneksel müttefikleri yine ABD’nin hasımlarıyla ticaret anlaşmaları yaparken ve yükselen “Küresel Güney” ticaret, kalkınma ve güvenlik için yeni kurallar ararken, o geçmiş dönem artık uzak bir hatıra.

Kuşkusuz iki partili ABD siyaset kurumu, Afganistan’da kazanılamaz bir savaş ve Irak’ta sonu gelmez bir savaş başlatmak ve ABD ulusal borcunu 2000 yılından bu yana yüzde 520 artıran ve 2008 finansal kriziyle doruğa ulaşan sorumsuz mali politikalar uygulamak gibi pervasız adımlarla, tek kutuplu dönemin çöküşüne yardım ve yataklık etti. ABD’nin Avrupa’daki müttefikleriyle birlikte Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik savaşını yoğun bir şekilde savuşturmaya çalıştığı şu günlerde Suudi Arabistan, Güney Afrika, Türkiye ve Mısır gibi orta ölçekli güçlerin toplu olarak ABD’ye omuz silkmesine şaşmamak gerekir.

Bu arada, ABD öncülüğündeki yaptırım rejimine rağmen, Hindistan ve Çin gibi ülkeler Rusya ile iş yapmaya devam ediyor ve Moskova’yı kınamaktan kaçınıyor. Ne yazık ki, beklenmedik bir şekilde olmasa da, Küresel Güney’deki pek çok ülke, Washington yakın zamanda benzer bir askeri maceracılığa girişmişken, ABD’nin Rusya’yı pervasız bir işgal başlattığı için eleştirmesinin iki yüzlülüğün zirvesi olduğuna inanıyor.

Eski Dışişleri Bakanlığı ve Ulusal Güvenlik Konseyi çalışanı Fiona Hill Mayıs ayında yaptığı bir konuşmada, Rusya ve Çin gibi küresel güçlerin kendi etki alanlarını korumak isteyen tek ülkeler olmadığı uyarısında bulundu:

“Geleneksel olarak ‘orta güçler’ ya da ‘kararsız devletler’ olarak kabul edilen diğer ülkeler -dünyanın ‘geri kalanı’ olarak adlandırılanlar- ABD’yi farklı bir boyuta indirgemek ve küresel meselelerde daha fazla nüfuz sahibi olmak istiyorlar. Kendilerine neyin çıkarlarına uygun olduğunun söylenmesini değil, kendileri karar vermeyi istiyorlar. Kısacası, 2023’te ABD egemenliğine karşı yankılanan bir ‘hayır’ duyuyor ve hegemonsuz bir dünya için belirgin bir iştah görüyoruz.”

Acı gerçekler

İşte bu paradigma içinde ABD’nin bazı acı gerçekleri sindirmesi gerekiyor. Birincisi, Washington tüm müdahalelerini ya da çatışmalara müdahil olmasını “kurallara dayalı düzeni” savunmak olarak nitelendirmeye devam edemez. Örneğin, Trump yönetimi İsrail’in Golan Tepelerini ilhakını tanıyarak uluslararası hukuka aykırı davrandı ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan İran nükleer anlaşmasından tek taraflı olarak çekildi.

Obama yönetimi Libya ve Suriye’ye müdahale etmiş, George W. Bush ise Birleşmiş Milletler’in desteği olmadan Irak’ı işgal etmişti. Birçok ülke için ABD, hangi çatışmanın “kurallara dayalı düzeni” ihlal ettiğini, hangisinin etmediğini bizzat kendisi belirlemeye devam ederken “senin için kural var ama benim için yok” anlayışını benimsiyor.

Washington, çıkarları dünya sahnesinde Amerika’nın çıkarlarıyla örtüşmediği takdirde dost ve müttefiklerinin çoğu zaman kendi yollarına gideceklerini kabul etmeli. Suudi Arabistan ve İran on yıldır süren dargınlıklarını Çin’in ara buluculuğuyla aştılar. Basra Körfezi’nde Washington’un güvenlik garantisine güvenen pek çok Arap ülkesi, ABD’ye karşı kayıtsız görünerek aktif bir şekilde Rus petrolü ticareti yapıyor. ABD’nin “Hint-Pasifik” bölgesinde Çin’i dengelemek için güvendiği Hindistan, savaşın başlamasından bu yana Moskova’dan enerji ve silah alımlarını artırıyor. Brezilya, Arjantin, Güney Afrika ve diğer BRICS ülkeleri aktif olarak birbirleriyle ABD doları cinsinden olmayan para birimleriyle ticaret yapmak istiyorlar.

Gerçekten de Washington’un “kurallarını” çiğnemeye yönelik teşvikler, ABD devlet yönetiminin temel ilkelerinden biri olan bölge dışı yaptırımların yaygın bir şekilde uygulanmasıyla her zamankinden daha fazla arttı. Küresel petrol rezervlerinin yüzde 40’ının ABD yaptırımları altında olması, petrol üreticileri ve alıcıları üzerinde dolar dışı petrol satışlarına geçmeleri için büyük bir baskı yaratıyor.

2001 yılında dolar, küresel döviz rezervlerinin yüzde 73’ünü oluşturuyordu. Bu yıl ise bu oran yüzde 15’lik bir düşüşle yüzde 58’e geriledi.

Sorunlar de-dolarizasyondan ibaret değil. ABD’nin kendi ikili anlaşmalarına ve jeopolitik istikrara olan bağlılığı, Washington’da Tayvan’ın potansiyel Çin saldırganlığına karşı savunulmasına ilişkin ABD’nin “stratejik belirsizliğine” son verme çağrıları arttıkça inceleme altına alınıyor. Dönemin Meclis Başkanı Nancy Pelosi’nin geçen yaz ABD Hava Kuvvetleri’ne ait bir uçakla Tayvan’a yaptığı gezi, Çin’i Güney Çin Denizi’nde saldırgan deniz manevraları yapmaya teşvik etti. Aynı zamanda ABD’nin 50 yıllık Şangay Bildirisi’ne ve 1972’den beri ABD-Çin ilişkilerinin temeli olan “tek Çin politikası”na olan bağlılığına dair endişeleri de artırdı.

Bu provokasyonlar, Çin’den ekonomik olarak “ayrılma” çağrılarıyla birleşti. Pekin, Washington’un en büyük ticaret ortağı ve her iki taraf da son elli yılda Çin’le angajmanı büyük ölçüde destekledi, bu da Pekin’in BM Güvenlik Konseyi’nde daimi üyeliğinin yanı sıra Dünya Ticaret Örgütü’ne kabul edilmesine yol açtı.

Dünyanın en büyük iki ekonomisi arasında sıfır toplamlı askeri rekabet lehine bir “ayrışma”, ABD politikasında bir geri dönüş, hem ABD hem de Çin için ciddi sonuçlar doğurur. Dünyanın geri kalanı için ise, yerkürenin farklı ticaret ve teknoloji standartlarına sahip rakip bloklara bölünmesi ve potansiyel olarak askeri bir çatışmaya yol açacak çılgın bir rekabete girilmesi, kaçınılması gereken bir sonuçtur.

Washington’da bazıları, dünyanın büyük bir kısmı Rusya-Ukrayna savaşının uzağında durmayı seçerken, ekonomilerini istikrarlı bir şekilde de-dolarize ederken ve ABD’yi ya da BM gibi oluşumuna yardımcı olduğu kurumları artık meşru kuralların kaynağı olarak görmezken bile, ABD’nin her zamanki gibi ticari iş yapmaya devam etmesini isteyebilir. Ancak bu, Washington ve küresel toplum üzerinde feci yansımaları olan beyhude bir eylemdir.

İklim değişikliği, Ukrayna’daki savaş ve yapay zeka gibi gelişmekte olan teknolojilerin hepsi küresel tehditler oluşturmaktadır. Ancak Amerika Birleşik Devletleri halen küresel bir liderdir. ABD, mevcut ve yeni kurumlar ile anlaşmalar yoluyla, gerçek çok taraflı yük paylaşımını savunmalıdır. ABD, dünya düzeninin kendi uygun gördüğü şekilde “polisliğini yapmayı” bırakabilir ve insanlığın en can sıkıcı sorunlarını çözmek için ülkeleri bir araya getiren hayati bir katılımcı haline gelebilir.

“Kurallara dayalı uluslararası düzen” geri dönüşü olmayan bir serbest düşüş içerisindedir. Bu gerçeği kabul etmek ve yeni, daha kapsayıcı ve yaratıcı bir siyasi ve ekonomik düzene öncülük etmek, ABD’nin kabul etmek için iyi bir konumda olduğu bir vazifedir.

Kaynak: The Nation, M5, MepaNews

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close