[ANALİZ] Bir karış toprak, bir damla su, bir nefes: "Mavi vatan" - M5 Dergi
GenelÖne ÇıkanStrateji Analiz

[ANALİZ] Bir karış toprak, bir damla su, bir nefes: “Mavi vatan”

Abone Ol 

Deniz Kuvvetlerinin 2000’li yılların başında geliştirdiği ve tüm Türkiye’nin benimsediği mavi vatan kavramı, hem Türkiye’de hem de civar ülkelerde en çok konuşulan kavram oldu. Türkiye’yi kıyılarına hapsetmeye çalışan, Ege Denizi ve Akdeniz’den soyutlayan anlayışa meydan okuyan bu konsept, ENOSİS’e karşı haritaları mavi renge boyadı. Türk kara ve hava sahasını denizlerdeki egemenlik haklarıyla tamamlayan bu anlayış, yayılmacı değil, “hak edilenin iddia edilmesi” argümanına odaklandı.

“Mavi vatan” nedir?

Öncelikle “mavi vatan” kavramının ne olduğunun anlaşılması gerekiyor. mavi vatan maksimalist bir iddia değil, Türkiye’nin, uluslararası hukuk çerçevesinde hak ettiği deniz alanıdır. Bu çerçevede temel kavramlara burada kısaca değinmek faydalı olacaktır. Mavi vatan, Türkiye’nin iç denizlerinden başlayan geniş bir deniz alanını ifade eder. Örneğin Marmara Denizi bir Türk iç denizidir.

Türk karasuları da kara parçası gibi devletin tartışmasız egemenlik alanıdır. Bu noktada karasuları genişliği ilanı ile ilgili karşılıklı kıyıdaş devletlerin, hakkaniyet ve nesafet dahilinde haklarına saygı göstermesi beklenir. Yunanistan’ın yaptığı gibi adaların karasularını artırma yoluyla kıyıdaş devletin denize erişiminin kısıtlanması hukuka aykırı bir durum yaratmaktadır. Karasuları ötesinde, suçun önlenmesi ve suçlunun takibi maksadıyla bitişik bölge ilanı mümkündür. Ancak devletler artık böyle bir bölgeyi nadiren ilan etmektedir.

Kıyı çizgisinin çekildiği uzak noktadan itibaren 200 deniz miline kadar deniz tabanı ile su yüzeyi arasında ekonomik faaliyetler münhasır ekonomik bölgede yürütülmektedir. Bu çerçevede egemen devletler, balıkçılık, boru ve haberleşme hatları üzerinde hak iddia edebilir. Deniz tabanında denizin aniden derinleştiği ve 350 deniz miline kadar mesafeye uzanabilecek deniz alanı ise kıta sahanlığıdır. Bu alanlarda deniz tabanı altında maden, enerji gibi kaynakları işletme hakkı egemen devlete aittir. Bu alanlarda denizin satıh üstü “açık deniz” olup tüm devletlerin istifadesine açıktır.

Türkiye’nin mavi vatan kavramı iç deniz, karasuları, bitişik bölge, münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığı dahil egemenlik haklarının, uluslararası hukuk çerçevesinde kullanılması ve aleyhte bir durumun yaratılmasına müsaade edilmemesi esasına dayanmaktadır. Öte yandan mavi vatan sadece mesafe ile değil, aynı zamanda derinliğe sahiptir. Diğer bir ifadeyle iki değil üç boyutlu bir alandır.

Mavi vatanın mevcut durumu

Soğuk Savaş döneminde Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerle yapılan anlaşmalar münhasır ekonomik bölgelerin sınırlarını belirlemiştir. Bu nedenle Sakarya gaz sahası başta olmak üzere bölgenin ekonomik kaynaklarının ve balıkçılık imkanlarının işletilmesinde sorun yaşanmamaktadır. Nitekim, Karadeniz’de meydana gelen gerginlikler ve Ukrayna-Rusya Savaşı gibi çatışmalara rağmen söz konusu anlaşmalar yoluyla Türk mavi vatanı güvence altına alınmıştır.

Ege ve Akdeniz’de ise durum farklı istikamette gelişmiştir. Akdeniz doğusunda, 1999 yılında keşfedilen gaz yatakları, Rumları Annan Planını reddetmeye iterken, deniz egemenlik alanları üzerine büyük bir mücadeleyi tetiklemiştir. Türkiye ile Ege Denizi üzerinde karasuları, kıta sahanlığı, münhasır ekonomik bölge gibi karşılıklı deniz yetki alanı kısıtlanmasında, Yunanistan; ABD, AB, bir kısım Avrupa ülkeleri ile İsrail’in desteğini arkasına almaya çalışmıştır. Avrupa kıtasına bağlı anakarasına rağmen, kendini bir ‘adalar ülkesi’ şeklinde gören Yunanistan, tüm Ege Denizi üzerinde hak iddia etmektedir.

Propagandasına dayanak teşkil etmek üzere Yunanistan, Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla Yunanistan Hidrografi Servisine maksimalist haritalar sipariş etmiştir. Bu haritalardaki “Münhasır Ekonomik Bölge” ibaresinin önüne Yunanistan değil “Avrupa Birliği” tamlayanı getirmiş, yarattığı sorunu Türkiye-AB meselesi haline getirmek istemiştir. Ayrıca Ege ve Akdeniz’de Türkiye’nin taraf olmadığı BM Deniz Hukuku Sözleşmesini bağlayıcıymış gibi öne çıkararak, AB kisvesiyle sahiplenme yoluna gitmiştir.

Diğer taraftan Akdeniz doğusunda Mısır, Libya, Lübnan, Tunus, Suriye ve Filistin’de Akdeniz’in yeniden kurgulanması projeleri başlatılmıştır. Bu çatışma, gerginlik ve mücadeleler enerji şirketlerinin iktidarda olan veya iktidara taşınan hükümetlerle anlaşmalar yapmasıyla sonuçlanmıştır. Dolayısıyla Akdeniz doğusunda enerji ve egemenlik boyutu olan iki farklı mücadele aynı anda yaşanmıştır. Bu mücadelede İsrail-Yunanistan-GKRY üçlüsü bir blok oluşturup Türkiye aleyhine “durumlar” yaratmaya çalışmıştır.

İmza edilen deniz yetki alanlarının karşılıklı sınırlandırılmasına yönelik anlaşmalar, Türkiye’nin ve KKTC’nin egemenlik hakları ve çıkarları dikkate alınmadan tasarlanmıştır. Türkiye ve KKTC’yi kendi kara sularına hapsetmeye ve “olta balıkçılığına” mahrum bırakmaya çalışırken enerji kaynaklarından da uzak tutmaya çılan bu habis anlayış, Türkiye’nin daha aktif bir siyaset izlemesine yol açmıştır. Bu minvalde Türkiye bir yandan normalleşme çabaları ile Türkiye karşıtı bloku parçalamış, diğer yandan Libya ile imzalanan deniz yetki alanlarını sınırlandırma anlaşmasıyla ENOSİS’i tarihe gömmüştür. Ancak aynı dönemden çıkarılması gereken aslî ders mavi vatan için kapasite ve kabiliyet inşasının elzem olduğudur.

Mavi vatan için savunma konsepti

Mavi vatan için mevcut anlayış,

– Askeri, ekonomik, toplumsal veya siyasi tüm kapasitenin geri bölgeden mavi vatan ötesine uzanan, uyumlu ve bütüncül bir harekat temposuna sahip olması,

– Devletin entegre kabiliyetlerinin birbirlerini tamamlayarak sinerji yaratması, böylece caydırıcı ve kararlı bir siyasi duruş ortaya konması,

– Rekabet halinde olunan devletler ile askeri veya gayri nizami müdahalelerine karşı sürekli hazırlık halinde bulunulması,

– Siyaseten tehdidin caydırılamaması ihtimaline karşı askerî hazırlık seviyesinin en üst düzeyde tutulması,

– Gerektiğinde bu kapasitenin, askeri kabiliyetleri hareket geçirmesi üzerine inşa edilmiştir.

Böyle bir anlayış, kara, deniz, hava ve özel kuvvetlerin gerektiğinde ‘kuvvet sevki’ harekatı icra ederek birliklerini ikinci derece ilgi alanındaki kriz bölgelerine göndermesini gerektirmektedir. İntikali müteakip mavi vatanın güvenliği ve devamlılığı için gerektiğinde askeri müdahaleler, yerel unsurlarla başarılmalıdır. Diğer bir ifadeyle, askeri seçeneği mümkün kılacak kara, deniz, hava ve özel kuvvetler kabiliyetlerin barışta hazır tutulmalı, gerginlikte hareketlendirilmeli, gerektiğinde siyasi hedefleri yerine getirmelidir.

Mavi vatan için nasıl bir savunma kabiliyeti tesis edilmeli?

Mavi vatanın savunulmasında kara unsurları ve özel kuvvetler kıyıdaş ülkeler ile işbirliği yapabilmektedir. Ancak mavi vatanın kontrolünün sağlanmasında ve hava üstünlüğünün tesisinde asli unsurlar hava ve deniz kuvvetleridir. Bu unsurlar mavi vatanın her noktasında varlık göstermek ve habis girişimleri caydırmak ve önlemek durumundadır. Bu nedenle Türkiye’nin mevcut donanması ve devam eden donanma inşası aynı anda birçok deniz alanında etkinlik sağlamayı amaçlamaktadır. Deniz Kuvvetleri envanterine dahil edilen TCG ANADOLU ile deniz havacılık ve diğer muharip, MİLGEM’ler ile su üstü muharebe, deniz altılar ile sualtı muharebe unsurları mavi vatanda deniz kontrolü sağlamak üzere tasarlanmıştır.

Türkiye’nin doğal bir uçak gemisine benzeyen coğrafi yapısı nedeniyle Hava Kuvvetleri muharip uçakları Türkiye’yi çevreleyen üç denizde hava-hava muharebelerine uygun bir konuşlanma içindedir. Öte yandan ANKA-S, ANKA-III, AKSUNGUR gibi SİH’lar ile ROKETSAN’ın ARKA, ORKA veya ATMACA gibi uzun menzilli mühimmatları mavi vatanın her noktasına erişebilecek şekilde tasarlanmıştır. Mavi vatanı oluşturan kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgenin uç noktalarına, gerektiğinde ötesine erişmek üzere bu sistemler uzayda yörüngede olan GÖKTÜRK uyduları ile desteklenmektedir.

Sonuç olarak mavi vatan, Artvin’den Hatay’a uzanan üç denizde, Türk su ülkesinde üç boyutlu egemenlik haklarının korunması ile ilgili bir kavramdır. Vatan dendiğinde akla gelen ve toprağı “karış” ibaresi ile ölçeğe tabi tutan savunma azmi, Türk Denizlerinde “damla” ve hava sahasındaki “nefes” ile genişletilmiştir. Bu nedenle Halil Rifat Paşa’nın “Gidemediğin yer senin değildir.” söylemine uygun bir askeri mimari yaratılmış, mavi vatanın her noktasına erişebilen, konuşlanabilen ve gerektiğinde müdahale edebilen bir askeri yapı kurulmuştur.

Kaynak: AA / Doç. Dr. Murat Aslan, Hasan Kalyoncu Üniversitesi Öğretim Üyesi

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close