Berlin Duvarı’nın yıkılışından SAFE Programı’na: Avrupa güvenliğinin yeni mimarisine doğru

Berlin Duvarı’nın yıkılışı, bir dönemin kapanışı ve yeni barış çağının başlangıcı olarak görülmüştür ancak 2025 itibarıyla Avrupa, artık barışın değil caydırıcılığın peşindedir.
Batı dünyasında “Utanç Duvarı” olarak adlandırılan Berlin Duvarı, 13 Ağustos 1961’de Doğu Almanya tarafından inşa edilmiştir. Yaklaşık 46 kilometre uzunluğundaki bu beton duvar, Soğuk Savaş döneminde yalnızca Berlin’i değil Avrupa’yı ikiye bölen ideolojik sınırın sembolü olmuştur. 9 Kasım 1989’da duvarın yıkılışı, Doğu ile Batı blokları arasındaki kutuplaşmanın son bulacağına ve Avrupa’nın kalıcı barış dönemine gireceğine dair büyük bir umut yaratmıştır ancak aradan geçen 36 yıl, Avrupa’nın güvenlik açısından hala sancılı geçiş sürecinde olduğunu göstermiştir.
Soğuk Savaş sonrası güvenlik arayışları
Berlin Duvarı’nın yıkılışıyla başlayan süreçte Avrupa’nın güvenlik mimarisi, büyük ölçüde NATO’nun koruyucu şemsiyesi altında şekillenmiştir. Avrupa Birliği (AB) ise güvenliği daha çok diplomatik, ekonomik ve kurumsal işbirliği temelinde ele almıştır. 1990’lar boyunca AB için öncelik, askeri entegrasyon değil ekonomik istikrar ve demokratikleşme olmuştur fakat Bosna Savaşı, Kosova müdahalesi ve Balkan krizleri, Avrupa’nın kendi kıtasında dahi çatışmaları önleyemediğini göstermiştir.
2008’de Gürcistan, 2014’te ise Kırım’ın Rusya tarafından ilhakı, Avrupa’yı yeniden güvenlik önceliklerine dönmeye zorlamıştır. Bu gelişmeler, Rusya’nın Avrupa için tarihsel bir tehdit olma özelliğini sürdürdüğünü göstermiştir. Avrupa kamuoyunda “yeni Soğuk Savaş” söylemleri yükselirken AB içinde “stratejik özerklik” kavramı daha sık tartışılır hale gelmiştir.
ABD’nin geri çekilişi: Obama dönemi dönüm noktası
2011, Avrupa güvenlik mimarisi açısından kırılma yılı olmuştur. Dönemin ABD Başkanı Barack Obama, Amerikan askeri varlığını Avrupa’dan kademeli çekeceğini açıklamış ve “Amerika, artık Avrupa’nın koruyucusu olmayacak.” mesajını vermiştir. Bu açıklama, İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren ABD’nin askeri gücüne dayanan Avrupa güvenliği için sarsıcı bir dönüm noktası olmuştur. Obama yönetiminin önceliği, Pasifik Bölgesi’ne ve Çin’in yükselen gücüne yönelmek olmuştur. Bu durum da Avrupa’yı ilk kez kendi savunma kapasitesini kurmak zorunda bırakmıştır.
ABD Başkanı Donald Trump döneminde ise bu kopuş daha da belirginleşmiştir. Trump’ın “America First” (Önce Amerika) söylemi, NATO içindeki dayanışmayı zayıflatmıştır. Avrupa ülkeleri, olası bir kriz durumunda Washington’dan eskisi kadar destek göremeyeceklerini fark etmiştir. Böylece kıta, kendi güvenliğini kendisi sağlamaya yönelik politikaları hızlandırmak zorunda kalmıştır.
Rusya’nın yeniden yükselişi ve güvenlik algısının sertleşmesi
Avrupa’da Rusya algısı tarih boyunca daima iki uç arasında gidip gelmiştir: Bir yanda enerji partneri, diğer yanda potansiyel tehdit ancak Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in iktidara gelişiyle bu denge tamamen bozulmuştur. 2014’te Kırım’ın ilhakı ve 2022’de başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı, Avrupa’nın güvenlik paradigmasını kökten sarsmıştır. Özellikle Ukrayna’daki savaş, Avrupa’nın ne kadar hazırlıksız olduğunu ortaya koymuştur.
Bir Avrupa parlamenterinin ifadesiyle, “Biz, barışı inşa etmekle o kadar meşgul olduk ki savaşın ne olduğunu unuttuk.” Avrupa ülkeleri, uzun yıllar savunmadan ziyade diplomasiye ve ekonomik refaha odaklanmış, askeri kabiliyetlerini ikinci plana atmışlardır. Bu durum, Rusya’nın agresif tutumuyla birleşince Avrupa’nın kendi güvenlik stratejisini yeniden inşa etmesini zorunlu hale getirmiştir.
Rusya-Ukrayna Savaşı, Avrupa ekonomisine de büyük bir bedel ödetmiştir. Sadece ilk iki yılda AB ülkelerinin toplam ekonomik maliyeti 160 milyar avroyu aşmıştır. Enerji krizi, tedarik zinciri bozulmaları ve askeri yardımlar, Avrupa’yı hem ekonomik hem de stratejik anlamda yeniden düşünmeye zorlamıştır.
SAFE Programı: Yeni güvenlik mimarisinin inşası
Bu kırılmaların ardından AB, Mayıs 2025’te SAFE (Security Action for Europe) Programı’nı yürürlüğe koymuştur. 150 milyar avroluk bütçeye sahip bu program, Avrupa savunma sanayisinin ortak üretim, tedarik ve finansman süreçlerinde bütünleşmesini hedeflemektedir. Amaç, Avrupa’nın savunma alanında dışa bağımlılığını azaltmak ve stratejik özerkliği artırmaktır.
SAFE, uzun vadeli düşük faizli kredilerle savunma yatırımlarını desteklemeyi planlamaktadır. AB Komisyonunun yüksek kredi notu sayesinde sağlanan finansman, ülkelerin kendi kredibilitelerinden doğan maliyetleri azaltacaktır. Bu yönüyle SAFE, yalnızca ekonomik araç değil aynı zamanda Avrupa savunma politikasının AB düzeyinde kurumsallaşması için siyasi sinyal niteliğindedir.
Bununla birlikte programın bazı riskleri de vardır. Üye devletler, ulusal savunma sanayilerini koruma refleksiyle karar alma süreçlerinde çekimser davranabilir. Üçüncü ülke katılımı da siyasi engellere takılabilir. Örneğin Türkiye’nin SAFE Programı’na dahil edilmesi düşünülse de Yunanistan’ın vetosu nedeniyle bu süreç askıya alınmıştır. Oy birliği şartı, AB’nin güvenlik kararlarında kırılganlığı artıran unsur olmaya devam etmektedir.
Berlin Duvarı’ndan SAFE Programı’na: Avrupa’nın güvenlik yolculuğu
Berlin Duvarı’nın yıkılışı, bir dönemin kapanışı ve yeni barış çağının başlangıcı olarak görülmüştür ancak 2025 itibarıyla Avrupa, artık barışın değil caydırıcılığın peşindedir. Ukrayna’daki savaş, enerji bağımlılığı, ekonomik kırılganlık ve iç siyasi bölünmeler, Avrupa’yı yeniden bir dönüm noktasına getirmiştir. Bugün Avrupa, 1989’da olduğu gibi bir duvarın yıkılışını değil kendi güvenliğini inşa etme zorunluluğunu konuşmaktadır.
SAFE Programı ve Avrupa ordusu fikri, bu sürecin temel yapı taşları olarak öne çıkmaktadır fakat Avrupa’nın yeni güvenlik mimarisinin sadece askeri değil siyasi ve toplumsal dayanışma temelinde kurulması gerekmektedir çünkü Berlin Duvarı’nın yıkıldığı günden bugüne Avrupa hala duvarsız ama tam anlamıyla güvende değildir.
Kaynak: AA / Prof. Dr. Mustafa Nail Alkan



