Dünya beşten büyüktür: BM Gazze sınavını atlatabilecek mi? - M5 Dergi
Öne ÇıkanStrateji Analiz

Dünya beşten büyüktür: BM Gazze sınavını atlatabilecek mi?

Abone Ol 

Güvenlik Konseyi daimi üyelerinin veto hakkı, artık cezasızlığı koruyan bir kalkan haline gelmiş durumda. Erdoğan’ın meşhur “Dünya beşten büyüktür” sözü sadece eleştiri değil, aynı zamanda BGMK’daki yapısal adaletsizliğe açık bir meydan okuma.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 80. oturumu, onlarca yıldır çözülemeyen ve artık “İsrail sorunu” diye anılan meselelerin gölgesinde başladı. BM kurulduğu günden bu yana Filistinliler işgal, sürgün ve abluka altında yaşarken, barış ve adaleti sağlamak için kurulan bu kurum, Siyonist devletin işlediği adaletsizliklere son vermekte hiç aksiyon alamadı. Gazze’deki soykırımın başlamasının üzerinden iki yıl geçti ve artık hem Filistinliler hem de dünya kamuoyu, sadece izleyen, kınayan ama harekete geçmeyen BM’ye karşı olan inancını kaybetti.

Bu yılki oturum, diplomatik nezaket gösterileriyle değil, güçlü bir vicdan çağrısıyla açıldı. Genel Sekreter Antonio Guterres’in sert sözlerinden, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Katar Emiri ve diğer liderlerin coşkulu konuşmalarına kadar Gazze’nin yaşadığı acılar bu yılın toplantısının merkezi oldu. Gazze, hem küresel eylemsizliği gözler önüne seren bir kanıt hem de BM’nin 21. yüzyıldaki meşruiyetini sınayan bir dönüm noktası oldu.

BM Genel Sekreteri Guterres, Genel Kurul’a damgasını vuran sert sözlerle başladı: Gazze’deki dehşet, üçüncü yılına girerken “insanlığın en basit değerlerini hiçe sayan kararların sonucu” olarak karşımızda duruyor. İki yıldır süren kınamalara rağmen BM soykırımı durduramadı, ölümler devam ediyor, açlık büyüyor, Uluslararası Adalet Divanının (UAD) bağlayıcı kararları ise hiçe sayılıyor. “Cezasızlık kaos doğurur.” diyerek yalnızca sözlerin artık yetmediğini vurguladı. Gazze, BM’nin felç olmuşluğunu ve eylemsizliğini açığa çıkardı, kurum kendi antlaşmasını bile uygulatamıyor. Yaptırım, reform ve cesaret olmadan BM, engellemek için kurulduğu acıların suç ortağı haline geliyor.

Bu yaklaşım, Küresel Güney’in birçok lideri tarafından da dile getirildi ve daha da güçlü vurgulandı. Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inácio Lula da Silva, “devam eden soykırımı” kınayarak, “bu katliam, engelleyebilecek olanların suç ortaklığı olmadan gerçekleşemezdi” ifadelerini kullandı. Lula, sözleriyle sadece İsrail’i değil, onun eylemlerine zemin hazırlayan uluslararası sistemi de hedef aldı. Bu açıklamalar, giderek daha fazla paylaşılan bir duyguyu yansıtıyordu: Adaletsizlik karşısında sessiz kalmak ya da tarafsız durmak, aslında suç ortaklığıdır.

Erdoğan’ın çıkışı: İnsanlığın en dip noktası

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, oturumun en dikkat çekici konuşmalarından birini yaptı. Zayıf düşmüş Filistinli çocukların fotoğraflarını göstererek, yaşanan soykırımı “insanlığın en dip noktası” olarak nitelendirdi. Söylemi net ve sertti: soykırım, katliam, barbarlık. Erdoğan’ın sözleri sıradan bir retorikten ibaret değildi, aynı zamanda birer suçlamaydı. Siyonist devleti “vaat edilmiş topraklar” söylemiyle yayılmacı bir politika izlemekle suçladı, bunun hem bölgesel barışı tehdit ettiğini hem de Kudüs’ün kutsiyetini ayaklar altına aldığını ifade etti. Bu durumun, uluslararası düzenin ahlaki temellerini aşındırdığını vurguladı.

Güney Afrika Devlet Başkanı Cyril Ramaphosa, Genel Kurul’a net bir kararlılıkla hitap ederek, İsrail’in Gazze’de soykırım işlediğini söyledi. Bu suçlama artık BM’nin kendi Soruşturma Komisyonu tarafından da teyit ediliyor. Güney Afrika’nın UAD’de açtığı davaya rağmen ölümler sürüyor, açlık derinleşiyor ve hesap sorulabilirlik hala sağlanamıyor.

“Harekete geçmek zorundayız” diyen Ramaphosa, Filistin’in kendi kaderini tayin hakkını savundu ve BM Güvenlik Konseyinin itibar kaybını sert sözlerle eleştirdi. Ayrıca, “Bu örgütün üyelerinin hepimizin üzerinde uzlaştığı Antlaşmayı hiçbir bedel ödemeden ihlal etmelerini kabul edemeyiz, etmemeliyiz” ifadelerini kullandı. Onun sözleri, giderek büyüyen bir ortak kanaati yansıtıyordu: Gazze, BM’nin güvenilirlik görüntüsünü yerle bir etti, yaptırım olmadan adalet hep ertelenmeye mahkum.

Ürdün Kralı II. Abdullah tartışmaya daha çarpıcı bir boyut getirdi. İsrail’in Mescid-i Aksa’yı hedef almasının, “bölgenin ötesine taşacak ve hiçbir ülkenin kaçamayacağı topyekun bir din savaşını tetikleyeceği” uyarısında bulundu. Ayrıca Kudüs’teki Müslüman ve Hristiyan kutsal mekanlarına yönelik saldırıları da kınadı. Konuşması, çatışmanın manevi boyutuna dikkat çekerek etnik kıyım ve soykırımın dini hak iddialarıyla iç içe geçirilmesinin tehlikesini vurguladı.

Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamad Al Thani, Doha’da Hamas liderlerini hedef alan saldırının ardından İsrail’i devlet terörüyle suçladı. İsrail’in bir yandan müzakere masasına otururken diğer yandan suikast planladığını, bunun da soykırımı bitirmeye yönelik tüm diplomatik çabaları boşa çıkardığını söyledi. Konuşması, İsrail’in müzakere ortağı olarak güvenilirliğine doğrudan bir meydan okuma ve uluslararası toplumun bu ikiyüzlülüğü görmezden gelmesine sert bir eleştiri niteliğindeydi. Apartheid karşıtı hareketle benzerlikler kuran Şeyh Temim, Gazze için yükselen küresel dayanışmayı sistematik adaletsizliğe karşı ahlaki bir başkaldırı olarak tanımladı.

ABD Başkanı Donald Trump, İsrail’in en güçlü destekçilerinden biri olmasına rağmen “savaşın” hemen sona ermesi çağrısında bulundu. Ancak sözleri, somut bir yol haritası ortaya koymaktan uzaktı. Hamas’ı ateşkesi reddetmekle suçlarken, İsrail’in askeri operasyonlarına verdiği koşulsuz destek soykırımı daha da derinleştirdi.

Barış çağrısı yaparken soykırımı besleyen bu çelişki artık kimseyi ikna etmiyor. Konuşmaların yarattığı aciliyet, Trump’ın Türkiye, Katar, Pakistan, Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün, Endonezya ve BAE liderleriyle yaptığı üst düzey toplantıda zirveye çıktı. Trump bu görüşmeyi “en önemlisi” olarak nitelerken, 57 Müslüman ülkenin ABD üzerindeki etkisini kullanarak soykırımı durdurması hayati önem taşıyor.

Güvenlik Konseyi ve “Dünya beşten büyüktür”

Bu oturumun asıl arka planında BM’nin kendiyle yüzleşmesi vardı. Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerine tanınan veto hakkı, artık cezasızlığı koruyan bir kalkan haline gelmiş durumda. Erdoğan’ın meşhur “Dünya beşten büyüktür” sözü sadece güç yoğunlaşmasına bir eleştiri değil, aynı zamanda Güvenlik Konseyi’ndeki yapısal adaletsizliğe açık bir meydan okumaydı.

Onun dile getirdiği “haklı olanın güçlü olduğu bir düzen” çağrısı bir slogandan öte, kurumsal yenilenmeye dair bir yol haritası niteliği taşıyor. Eğer BM Gazze’de kendi Antlaşması’nı uygulayamazsa, uluslararası hukukun güvenilirliği, insan haklarının evrenselliği ve çok taraflılık vaadi büyük yara alacak. Gazze yalnızca insani bir kriz değil, aynı zamanda dünyanın ahlaki düzeni için bir turnusoldür. BM ne kadar geç kalırsa, başarılarından çok başarısızlıklarıyla hatırlanan, geçmişte kalmış bir kurum haline gelme riski de o kadar büyüyor.

Gazze krizi, mevcut uluslararası düzenin sınırlarını ve çifte standartlarını gözler önüne serdi. BM’nin kurucu idealleriyle bugünkü işleyişi arasındaki uçurumu açığa çıkardı. Yaptırıma dönüşmeyen kınamaların boş, adaletle desteklenmeyen diplomasinin ise tehlikeli olduğunu gösterdi. Erdoğan’ın ifadesiyle, “Gazze’deki barbarlığa karşı tavır almayanlar, bu vahşetin suç ortağıdır.” Artık güçlülerin sessizliği, müttefiklerin ikircikli tutumları ve kurumların felç olmuş hali sürdürülemez. Gazze, sadece halkının çektiği acıları değil, dünyanın ahlaki çöküşünü de yansıtan bir ayna haline geldi.

Gazze artık dünya gündeminin tam merkezinde. Bugün sorulması gereken, dünyanın Gazze’yi görüp görmediği değil, görüyor. Asıl soru, harekete geçip geçmeyeceği. Açlıktan ölen çocukların, bombalanan hastanelerin, kolları bacakları kopmuş bebeklerin görüntüleri gizlenmiyor, aksine canlı yayınlarla tüm dünyaya ulaşıyor ve küresel vicdana kazınıyor. Eğer BM şu anda ayağa kalkamazsa, reform çağrıları giderek yeni bir dünya düzeni talebine dönüşecek, bu da seçici adaletin ve bürokratik felcin değil, gerçek eşitlik ve adaletin üzerine kurulacak. İşte kritik dönemeç bu. Görüp de harekete geçmemek ihanet, adaleti sağlamadan suçu kabul etmek ise suç ortaklığıdır. Artık mesele BM’nin konuşup konuşmayacağı değil, harekete geçip geçmeyeceği ve Gazze’nin önüne koyduğu bu ahlaki sınavı verip veremeyeceğidir. Eğer bu görüşmeler koruma, hesap verebilirlik ve barışa dönüşmezse, iyi niyetli ama etkisiz ritüellerin arasında kaybolacak. Ve tarih, diplomasi kılığına bürünmüş sessizliği affetmeyecek.

Kaynak: AA / Doç. Dr. Halid Üveysi

Abone Ol 

İlgili Yazılar

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close