İrlanda’da kıyım yalnızca kıtlık üzerinden yürütülmüştü. Gazze’de ise açlık, bombardıman, abluka ve sistemli şiddet iç içe geçmiş durumda.
Gazeteci-Yazar Dilara Sayan tarafından M5 Dergi Ağustos 2025 sayısı için kaleme alınmıştır.
İrlanda’nın 19. yüzyıldaki “Büyük Kıtlık” dönemini hatırlayalım. 1845 ile 1852 yılları arasında İrlanda’yı adeta kasıp kavuran o büyük açlığı bir tarım hastalığı olarak tanımlamak ne yazık ki güç. O açlık, bilinçli ihmalin, iktidarların yine bilinçli duyarsızlığının, sömürgeci politikaların ürünüydü. “Kara 47” olarak tarih sahnesine kazındı bu vahşet. 1 milyon kadar insan, birilerinin planı dahilinde ve “Büyük Kıtlık” bahanesiyle ölmedi; öldürüldü. Bir o kadar insansa zorunlu göçe maruz kaldı. Nüfus, yalnızca birkaç yıl içinde %25 oranında azaldı. İngiliz hükümeti bu felaketi, İrlandalıların “nüfus düzeltmesi” olarak gördü. Adına ister distopik bir film, ister karanlık bir dram deyin; yaşananlar gerçek dünyanın sahnesinde, acımasız bir gerçeklik olarak sergilendi.
Peki, bugüne dönelim; İrlanda’da kıyım yalnızca kıtlık üzerinden yürütülmüştü. Gazze’de ise açlık, bombardıman, abluka ve sistemli şiddet iç içe geçmiş durumda. Gazze’de yaşananlar ile “Kara 47” arasındaki fark, sahnenin ve aktörlerin değişmiş olmasından ve bu kez kıtlığın sadece katliamın bir ayağı olmasından ibaret değil mi?
İrlanda’nın patates tarlasındaki mantar hastalığı, Gazze’de İsrail tarafından uygulanan kıyımın yöntemleri karşısında yalnızca tarihin eski bir örneği olarak duruyor; ikisi de açlığı bir yönetim aracı haline getiren sistemli politikaların ürünü. Her iki olayın da asıl faili doğal nedenler değil, bile isteye soyu kıran birileri. O dönemde İngiltere, İrlanda halkının çektiği açlığı bir “yönetim sorunu” olarak bile görmedi; tıpkı bugün İsrail’in Gazze’de açlığı “terörle mücadele, Hamas’sız bir Gazze planı” kılıfıyla örtmesi gibi.
Nitekim geçtiğimiz günlerde “Entegre Gıda Güvenliği Aşama Sınıflandırması” IPC’nin raporunda, Gazze’deki durum “kıtlığın en kötü senaryosu” olarak değerlendirildi. Gazze’de açlıktan ölenlerin sayısı şu an için 175 olarak kayıtlara geçmiş durumda. Ancak bu yazı basılana kadar bu rakamın güncelleneceğini biliyoruz ve doğrusu bu rakamın bu kadar düşük olduğuna ihtimal vermek güç.
Hal böyleyken, Netanyahu çıkıp şöyle diyor…
+Gazze’de açlık yok.
+Gazze’de açlık politikası varmış gibi gösteriliyor.
+Bu küstahça bir yalan.
+Gazze’ye insani yardımların ulaşmasını sağlıyoruz.
+Aksi halde Gazzeliler hayatta olamazdı.
+Hamas yardımları çalıyor ve daha sonra İsrail’i suçluyor.
7 Ekim’den bu yana yardım dağıtım noktalarına giden savunmasız Filistinliler, İsrail askerleri tarafından katledilmedi mi? Dünya eğer halüsinasyon görmediyse buna şahit olmadı mı? Netanyahu’nun bu sözleri ve sahadaki gerçekler hep olduğu gibi yine birbiriyle çelişiyor.
Resmi rakamlar ortada. Sadece mayıs ayından bu yana, yardım beklerken 1300’ün üzerinde Filistinli, İsrail askerleri tarafından öldürüldü. Düşünün; bu sadece son üç ayın bilançosu.
Mart ayından bu yana İsrail’in uyguladığı tam blokaj, insani yardımın merkezileştirilmesi ve ABD’nin bu politikalara verdiği örtülü destek, Gazze’de açlığı bile isteye bir silaha dönüştürdü. Artık ortada yıkılmış binaların ya da harap olmuş bir kentin ötesinde, açlıktan ölen çocukların, yardım almak için koşarken vurulan insanların hikayeleri var. Bu tablo, uluslararası hukukun en temel ilkelerinin çiğnendiğini bir kez daha gösteriyor.
Yayın sürüyor, ama vicdanın dili tutulmuş vaziyette
Peki, resmi verilerle ve görüntülerle belgelenmiş bu vahşeti daha ne kadar izlemekle yetinecek? İnsanlığın sınandığı bu noktada suskunluk artık tarafsızlık değil, suça ortak olmak anlamına gelmiyor mu?
19. yüzyılın ortalarına tekrar dönelim. O dönem, İrlanda halkının yardım çığlığı, Osmanlı Padişahı Abdülmecid’in kapısına kadar ulaşmıştı. Osmanlı’nın Drogheda Limanı’na gizlice gönderdiği yardım gemileri, Kraliçe Victoria’nın protokolüne meydan okuyan bir insanlık dersiydi. O dönemde Osmanlı’nın gönderdiği yardımlar olmasa, açlık ölümleri çok daha büyük boyutlara ulaşacaktı. Gazze’de ise bugün benzer bir vicdani müdahaleye rastlanmıyor. Rastlansa dahi izin verilmiyor. Üstelik artık bambaşka bir çağdayız; 19. yüzyılda telgraflar yavaştı, bilgi dolaşımı sınırlıydı. Bugün ise Gazze’de yaşananlar saniye saniye ekranlarımıza düşüyor.
Ve tam da bu noktada, inkarın en yüksek sesle dillendirildiği yer hep güncelleniyor: Netanyahu’nun açıklamaları… Çevresinden de farklı bir ses ya da farklı bir açıklama bekliyorsak, o da gelmiyor elbette. İsrail’in aşırı sağcı yönetimi de Gazze’de açlığın varlığını reddedecek kadar ileri gidiyor. Netanyahu ve çevresi, uluslararası insani yardım kuruluşlarının uyarılarını, görüntülerle sabitlenmiş ölümleri ve çocukların zayıflıktan yürüyemediği kareleri inkar ederek gerçekliği çarpıtan bir pervasızlığa sarılıyor. Yine geçtiğimiz günlerde ABD Başkanı Donald Trump’ın Orta Doğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff ile ABD İsrail Büyükelçisi Mike Huckabee, Gazze’yi ziyaret ettiler. Sözde Gazze İnsani Yardım Vakfı’nın, İsrail ve ABD güdümündeki bir vakıftan söz ediyoruz, yardım dağıtım noktasında incelemelerde bulundular. Hemen akabinde Witkoff sosyal medya hesabından “İsrail ordusundan brifingler aldık ve sahadaki insanlarla konuştuk. Gazze İnsani Yardım Vakfı, günde bir milyondan fazla öğün dağıtıyor” ifadelerini kullandı. Beraberindeki Huckabee ise Netanyahu’nun Hamas’ın yardımları çaldığı yönündeki suçlamasına destek verdi. Huckabee’ye göre; vakıf, yardımların Hamas tarafından yağmalanmadan insanlara ulaşması için gayret ediyor.
Oysa ABD Başkanı Donald Trump bile –her ne kadar zayıf ve gecikmiş bir dille olsa da– Gazze’de açlığın inkar edilemez olduğunu itiraf etmek zorunda kaldı. Ne var ki, Amerikan siyaseti üzerindeki İsrail lobisinin gölgesi o kadar ağır ki; bu sözler Netanyahu’yu durdurmaya yetmiyor mu, yoksa perde arkasındaki asıl oyun kurucu başka biri mi? Karar sizin…
Açlık Oyunları mı, Ölüm Tuzağı mı?
Geçtiğimiz günlerde, İsrail-ABD ortak güdümlü sözde yardım vakfının eski çalışanı ve bir dönem ABD ordusunda görev yapmış emekli Albay Antony Aguilar, Gazze’de yaşanan katliamı bir distopya romanına benzeterek, “En iyi olan hayatta kalıyor, en hızlı ve en uzağa koşan yardımı alıyor” ifadeleriyle durumu “Açlık Oyunları”na benzetti.
Han Yunus’un güneyinde, yardım beklerken öldürülme riskini göze alan bir sivilin sözleri de farklı değildi:
“Bu bir ölüm tuzağı.”
Bu ölüm tuzağına görsel basından hemen hepimiz şahitlik ediyoruz. On binlerce insanın ölümüne tanıklık ettiğimiz bunca görüntüye rağmen, hala kıyım ve açlığın olmadığını savunanlar mı doğru söylüyor, yoksa biz mi kolektif bir yanılsamanın içindeyiz? Gülümsedik değil mi soruya? Zaten bu sorunun cevabını aramaya gerek duymuyoruz; her şey gözlerimizin önünde yaşanıyor.
Son olarak kameralara yansıyan, Gazze’de 30 Temmuz günü Kerem Ebu Salim sınır kapısında, BM konvoyu ilerlerken İsrail askerleri Filistinli sivillere ateş açtığı o anlar dünyanın gözü önünde yaşandı. Aylar önce de, havadan bırakılan yardımların altında ezilen insanları izlemiştik. Ekmek almak için canını riske atan çocukların ezildiği, ölüme koşarcasına yardım kolilerine atıldığı o sahneler…
Şimdi tekrar bakınca insan sormadan edemiyor: 21. yüzyılda, medeniyetin -sözde- zirvede olduğu bu çağda, nasıl olur da yeşil perdeyle kurgulanmamış, tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilen böylesine acı bir manzara yaşanabilir?
Bir yanda yıkıntılar arasında yaşam mücadelesi veren insanlar, diğer yanda hala aynı politikayı sürdürenler… Vicdan sahibi olan herkesin içini sızlatan bu sahneler karşısında, faillerin bu kadar rahat olması insanın kanını donduruyor.
Artık kimse “bilmiyordum” diyemez. Gazze, gözlerimizin önünde yaşanan ve hepimizi utandıran bir gerçeğin adı olarak tarihe geçti. Ve belki bir gün hiç beklenmedik bir anda bu utançla yüzleşmek zorunda kalacağız…
Günaydın Mesajı Yerine Ölüm Bilançosu
Her sabah telefonuma düşen son dakika bildirimleri, acı bir gerçeği yüzümüze vuruyor. Gelen mesajlarda ne “Gazze’de ateşkes sağlandı”, ne “Gazze toparlanıyor”, ne de “Filistin halkı özgürlüğüne kavuştu” yazıyor.
Onların yerine şu cümleler var:
Gazze’de ölü sayısı 10 bin…
Gazze’de ölü sayısı 20 bin…
Gazze’de ölü sayısı 30 bin…
Gazze’de ölü sayısı 40 bin…
Gazze’de ölü sayısı 50 bin…
Ve son gelen mesaja göre: 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’de ölü (öldürülenlerin) sayısı 60 bin 430’a, yaralı sayısı ise 148 bin 772’ye ulaştı.
Yinelemek gerek, bunlar kayda geçen rakamlar. Üstelik biz, kıtlık yüzünden açlıktan ölenlerin, enkaz altında kalanların hatta yolda yürürken takılıp düşen ve hayatını kaybedenlerin bile, İsrail’in yol açtığı bu kıyımın bir sonucu olarak öldürüldüğünü biliyoruz. Bu bilançonun çok daha ağır olduğuna dair de en ufak bir şüphemiz yok.
Filistin Devlettir Diyecekler, Şartlar Merak Konusu
İrlanda’nın Kara ’47’si, açlığın ve ölümün sembolü olarak tarihe kazınmışken; bugün, 2025 yılında Gazze, insanlığın gözleri önünde kendi “Kara ’25”ini yaşıyor. Üstelik bu kez açlığı doğuran neden, o dönemin bahanesi gibi bir tarım hastalığı değil; doğrudan insan eliyle planlanmış bir politikanın parçası. Uluslararası Kızılhaç’ın verilerine göre Gazze’ye gönderilen yardımların yalnızca %30’u ihtiyaç sahiplerine ulaşabiliyor. Kalan yardımlar, İsrail’in askeri kontrol noktalarında engelleniyor ya da keyfi biçimde yönlendiriliyor. İsrail, Gazze’ye insani yardım girişini sayılı kamyonla sınırlandırıyor, yardımları kendi gözetimi altına alıyor ve hatta yardım kuyruklarını dahi hedef alıyor.
Avrupa Birliği bildirilerinde “insani yardıma sınırsız erişim” çağrısı yapılırken, Fransa ve İspanya’da İsrail’e karşı geçici ambargo tasarıları tartışılıyor, Hollanda’da iki İsrailli bakana ülkeye giriş yasağı getirilmesi gündeme geliyor. Bunlara ek olarak Fransa, İngiltere ve Kanada’nın Filistin’i devlet olarak tanıyacaklarını ve 2025 BM Genel Kurulu’nda, eylül ayında resmi tanıma yapmayı planladıklarını açıklamaları da diplomatik alanda umut verici adımlar. Ancak evdeki hesap çarşıya uyacak mı, yeni dayatmalar gündeme gelecek mi, “Hamas’sız bir Gazze” hayalleri mi devreye sokulacak? Bunu zaman gösterecek.
Kara ’47’den Kara ’25’e: Türk Milletinin Mühürlediği Duruş
1847’de İrlanda’nın büyük kıtlığı sırasında Osmanlı’nın yaptığı yardım, mazlumun yanında durma geleneğinin bir simgesiydi şüphesiz. Bugün de aynı yardımseverlik ruhunu Türkiye taşıyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde Türkiye, Gazze’ye yüzlerce ton gıda, ilaç ve insani yardım göndererek, hastaların tahliyesinden sahra hastanelerine kadar geniş bir destek ağı kurdu. Türkiye yalnızca insani yardımla değil, İsrail’e yönelik diplomatik baskı ve ticari kısıtlamalarla da bu kıyıma karşı güçlü bir duruş sergiliyor.
Küçük bir not olarak ekleyelim: İrlanda halkı, Osmanlı’nın Drogheda’ya gizlice gönderdiği yardım gemilerini unutmadı. Bugün Drogheda’nın futbol kulübünün armasında ay-yıldız hala bu minnetin sembolü olarak duruyor. Hatta 2023’te Türkiye’deki deprem sonrası yardıma koşan ilk yabancı delegasyonlardan biri Drogheda halkı olmuştu.
Osmanlı’nın Kara ’47’de İrlanda’ya uzattığı yardım eli nasıl tarihe altın harflerle yazıldıysa, bugün Türkiye’nin Gazze için yürüttüğü çabalar da “Kara ’25”in aydınlık sayfaları olarak hafızalara kazınıyor. Gazze’nin açlıktan kıvranan her çocuğuna ulaştırılan bir lokma ekmek, insanlığın hala umut taşıdığının göstergesi oluyor. Türkiye ise, Türk milletinin vicdanını bir mühür gibi taşıyarak bir kez daha tarihin doğru tarafında duruyor.
M5 Dergi Ağustos 2025 sayısının tamamına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.
https://www.kopernikkitap.com.tr/m5-dergisi-sayi-409-agustos-sayisi