Değer ve Tehdit Bağlamında Yeni Güvenlik Anlayışı - M5 Dergi
Makaleler

Değer ve Tehdit Bağlamında Yeni Güvenlik Anlayışı

Abone Ol 

Değer ve Tehdit sözcükleri, güvenliğin kavramsallaştırmasının ana hatlarını meydana getirmiştir. Bu iki kelime, güvenliğe ilişkin tanımların dünü, bugünü ve yarınıdır. Tanımlayan kişinin “değeri” ne olarak algıladığı ve neyi “tehdit” olarak kabul ettiğine bağlı olarak, güvenlik açıklamaları farklılaşmaktadır.

Güvenlik tanımlamalarının öncülerinden biri olan Arnold Wolfers, 1952 yılında hazırladığı “National Security As an Ambiguous Symbol” isimli makalesinde güvenliği; “objektif anlamda değerlere yönelik bir tehdidin olmaması, sübjektif anlamda ise bu değerlere karşı bir saldırı olacağının korkusunun yaşanmaması” olarak ifade etmiştir. Wolfers’dan önce ve sonra E. H. Carr, H. J. Morgenthau, H. Bull, B. Buzan, K. N. Waltz, K. Booth, O. Wæver, S. M. Walt, M. Ayoob, J. Baylis, E. A. Kolodziej, R. Gilpin gibi pek çok akademisyen ve araştırmacı da kendilerine özgü bakış açılarıyla birbirinden farklı güvenlik tanımlamaları yapmışlardır. Fakat Wolfers’ın da özel vurgu yaptığı iki kavram, bu konuda ortak paydayı oluşturmaktadır. Değer ve Tehdit sözcükleri, güvenliğin kavramsallaştırmasının ana hatlarını meydana getirmiştir. Bu iki kelime güvenliğe ilişkin tanımların dünü, bugünü ve yarınıdır. Tanımlayan kişinin “değeri” ne olarak algıladığı ve neyi “tehdit” olarak kabul ettiğine bağlı olarak, güvenlik açıklamaları farklılaşmaktadır.

Geleneksel olarak güvenliğin temel değeri, “siyasi varlık” yani “devlet” olmuştur. Değer kavramı “devletin varlığını sürdürmesi” olarak ele alınmıştır. Tehdit ise devletin yapısına tehlike oluşturacak en önemli etmen olan askeri saldırılar bağlamında tanımlanmıştır. Mücadelenin, çatışmaların, kaynaklar ve toprak üzerindeki savaşların, belirsizliklerin, işgallerin, sürpriz saldırıların, hukuksuzluğun yoğun yaşandığı ve “güçlü olanın istediğini aldığı, güçsüz olanın ise kaderine razı olması gerektiği” tezlerinin geçerli olduğu insanlık tarihi incelendiğinde, bu türden bir güvenlik anlayışının ortaya çıkmış olması şaşırtıcı değildir. Zira devlet; kaotik ortamın baskısından ve diğerlerinden gelebilecek saldırılardan bireyleri koruyabilecek yegâne mekanizma olarak görülmüştür.

GELENEKSEL GÜVENLİK ANLAYIŞI BİZE NE SÖYLÜYOR?

“Geleneksel güvenlik” kavramı, Soğuk Savaş’ın sonlarında ve hemen sonrasında yükselen eleştirel kuramların kendilerinden önceki güvenlik anlayışını eleştirmek için kullandıkları bir tanımlamadır. “Sınırlı güvenlik anlayışı” veya “devlet merkezli güvenlik anlayışı” da alanda kullanılan yakıştırmalardır. Ken Booth’un da 1997 yılındaki “Security and Self: Reflections of a Fallen Realist” makalesinde yalın şekilde çerçevesini çizdiği üzere, geleneksel güvenlik anlayışı üç temel üzerine kuruludur. Bunlar askeri tehdit ve onlara karşı direnç, devlet merkezcilik ve statüko yanlısı politikaların hâkimiyeti.

Geleneksel güvenlik anlayışında referans nesnenin, merkeze alınan öğe veya korunması gereken temel değer olarak devletin olması sürpriz değildir. Thomas Hobbes’un Leviathan eserinde ortaya koyduğu gibi “doğa durumunun” belirsizliğinden kurtulmak isteyen insanların bir “toplum sözleşmesi” ile oluşturdukları devlet yapısı, en önemli güvenlik sağlayıcıdır ve diğer yönden de en çok saldırıya uğrayan yapıdır. Her ne kadar pek çok gelişmeyi endişe olarak algılasalar da devletler için temel tehdit, karşı taraftan alacakları nispeten ezici askeri saldırılardır. Çünkü diğer tehditler bir şekilde bertaraf edilebilirken askeri saldırılar güçsüz duruma düşürebilmekte, topraklarının ve nüfusunun bir bölümünün kaybedilmesine neden olabilmekte, mutlak egemenliği zedelemekte ve hatta devletlerin varlıklarını tehlikeye sokabilmektedir. Devletler için bir korku filmi çekilecek olsa, film setinin savaş meydanında oluşturulması gerekmektedir.

Geleneksel güvenlik anlayışında değerin korunabilmesinin en etkili yolu, güçlü olmaktan geçmektedir. Gelebilecek saldırıya karşı caydırıcı olma, karşı koyma ve karşı saldırı başlatma yeterliliği, devletin gücünün göstergesi olarak kabul edilmektedir. Güç ise güvenlik için anahtar sözcüktür. Devletler asker sayısını artırarak, silah teknolojisini geliştirerek, sınırlarının güvenlik seviyesini yükselterek, istihbarat faaliyetlerini yoğunlaştırarak, ittifak ilişkilerini çoğaltarak askeri alanda üstünlük elde etmeye çalışırlar. Milli güç unsurları olarak kabul edilen ekonomi, siyasi istikrar, nüfus, kaynaklar, stratejik konum, teknoloji gibi alanlar nihayetinde devletin varlığı için ihtiyaç duyulan askeri gücü desteklemek için işe koşulmaktadır.

Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki dönemden başlamak üzere geleneksel güvenlik anlayışı içine çeşitli değer ve tehdit tanımlamaları girmiştir. Örneğin birey güvenliği, ulusal güvenlik, küresel güvenlik, toplum güvenliği gibi konular gündeme gelmiştir; fakat uluslararası alanda meydana gelebilecek yıkıcı bir savaş ihtimali tüm diğer endişeleri gölgeleyerek birincil politika başlığı olarak kalmıştır. Askeri tehditlerin bertaraf edilmesi güvenliğin sağlanması için yeterli görülmüştür.

YENİ GÜVENLİK ANLAYIŞININ ÖZELLİKLERİ

Yeni ya da modern güvenlik anlayışı; geleneksel güvenlik anlayışının genel savlarını tam olarak reddetmemekle beraber “dar bakış açısına” yönelik eleştiriler bağlamında şekillenmiştir. Farklı kuramların güvenlik savlarının yoğunlaşması, Soğuk Savaş’ın sona ermesinin yarattığı yeni uluslararası ortam, 11 Eylül 2001 saldırıları sonucu yaşanan gelişmeler, küreselleşmenin etkisi, bilgi ve teknoloji alanındaki devrim niteliğindeki gelişmeler, uluslararası alanda devlet dışındaki aktörlerin sayısının ve tanınırlığının artması, iki taraf arasındaki sıcak çatışmalar üzerinden tanımlanan savaşlarda gözlemlenen azalma gibi etmenler güvenliğin tekrar düşünülmesi sonucunu doğurmuştur.

Yeni dönemde güvenliğin tekrar düşünülmesi ve tartışılması yine “değer” ve “tehdit” bağlamında gerçekleşmiştir. Devletin bir değer olarak kabul edilmesinin yanı sıra farklı aktörlerin de güvenliğin nesnesi durumuna gelebileceği, bu aktörlerle ilgili değerlerin de korunması gerektiği ve güvenliğin nesnelerine karşı askeri olanların yanı sıra ciddi boyutta farklı tehditlerin de yönelebileceği görüşleri bu güvenlik anlayışının genel hattını oluşturmaktadır. Eleştirel sorgulamanın kapsamı; devletin merkez konumda olmasından savaşın değişen doğasına, askeri gücün tek başına yetersizliğinden güvenlik politikası yapıcılarının kimler olması gerektiğine kadar uzanmıştır.

Yeni güvenlik anlayışını; güvenliğin derinleşmiş, genişlemiş ve yoğunlaşmış hali olarak düşünmek mümkündür. Özellikle K. N. Waltz, B. Buzan, O. Wæver ve K. Booth gibi yazarların görüşleri gelenekselden yeniye geçişte kilit rol oynamıştır. Günümüze gelinen noktada güvenliğin merkezine devletin yanında bireyi, ulusu, bölgeyi ya da uluslararası alanı düşünmek gerekmektedir. Bu bağlamda değer de farklı boyutlar kazanmıştır. Bireyin fiziksel ve psikolojik bütünlüğü devletin varlığı kadar değerli olarak görülmektedir ya da uluslararası alanı merkeze alarak küresel bir güvenlik çalışması yapmak olası hale gelmiştir. Bu durum güvenliğin derinleşmesi olarak ifade edilmektedir. Güvenlik konularının ya da güvenliğin ilgilendiği hedef alanlarının askerden topluma, çevreden siber alana yayılması da güvenlikteki genişlemeyi ifade etmektedir. Tehditler de bu doğrultuda çeşitlenmiştir. Herhangi bir güvenlik nesnesinin değerlerine gelebilecek tehditlerin sayısı, boyutu ve türü önceki dönemler kıyaslanmayacak ölçüde artmıştır. Birey örneğinden yola çıkılacak olursak; düşmandan gelebilecek bir hava saldırısı da kişisel bilgilere yönelik bir siber saldırı da tehdit kapsamında düşünülmektedir. Devlet örneğinden yola çıkarsak, sınırlarına yaklaşan bir göç dalgası da para birimine yönelik bir operasyon da ciddi tehditler olarak görülmektedir.

Güvenliğin yoğunlaşmasını ise güvenliğin hayatımızda kapladığı yerle ilgili bir tanımlama olarak ele almak gerekmektedir. Önceki dönemlerde güvenlik, devletin belirli kurum ve kişileri tarafından ele alınan ve doğrudan devleti ilgilendiren bir konu olarak görülürken, günümüzde güvenlik kavramının girdiği alanlar, ifade ettikleri, süreçlerine katılanlar, üzerinde çalışanlar giderek artmaktadır. Günlük hayatlarımıza yoğunlaştırılmış bir güvenlik gündemiyle başlamaktayız, sohbetlerimizi güvenliğin herhangi bir boyutuna yoğunlaştırmaktayız, iş güvenliğinden gıda güvenliğine kadar pek çok tanımlamaya aşina olmuş durumdayız. Bunun yanı sıra güvenlikle uğraşan kişi ve kurumlardaki artış, akademik alandaki yayınların çoğalması ve ilgili konudaki medya farkındalığı da yoğunlaşmanın örnekleri ve tetikleyicileridir.

Yeni referans nesnelerin, onların değerlerinin ve farklı tehdit türlerinin güvenliğin gündemine girmesi; güvenliğin tanımlanmasını da oldukça zorlaştırmıştır. Güvenliği kısaca “tehdit ve saldırılardan korunuyor olma durumu” olarak ifade edildiğinde masaya birbirinin ardına soru kartları konulmaktadır. Kimin/neyin korunuyor olma durumu ele alınmaktadır, kim/ne korunmada önceliklidir, koruma işini kim yapacaktır, koruma işi hangi yöntemlerle yapılacaktır, hangi tehdit ve saldırılardan bahsedilmektedir, korunuyor olma durumun süresi belli midir, tehditler algısal mıdır somut mudur, güvende olmama nedir gibi cevaplanması gereken sorular işin zor yanını oluşturmaktadır. Geleneksel güvenlik anlayışında; “devlet korunmalıdır, devletin varlığını sürdürmesi en önemli değerdir, devlet koruma mekanizmalarını kendisi oluşturmalıdır ve askeri tehditlere dikkat edilmelidir” denilerek konuyu açıklığa kavuşturmak mümkündür; fakat çeşitlenen referans nesneler, değerler, tehditler ve saldırı yöntemleri bağlamında düşünmek ayrıntılı bir çalışma gerektirmektedir.

YENİ GÜVENLİK ANLAYIŞINDA GÜÇ KAVRAMI

Yeni güvenlik anlayışında güç kavramı da yeniden yapılanmıştır. Güvenliğin sağlanabilmesi, tek başına askeri güç çerçevesine hapsolmaktan öteye gitmiştir. Günümüzde gücü, hangi tür ve yoğunlukta olursa olsun tehdidin karşısında durabilme kapasitesi olarak tanımlamak mümkündür. Askeri tehditlerin karşısında askeri güç, siber tehditler karşısında teknolojik güç, ekonomik tehditler karşısında ekonomik güç, topluma yönelik tehditlerin sosyo-kültürel güç unsurlarını devreye sokmak, temelde de ciddi bir saldırıya karşı tüm milli güç unsurlarını bir arada kullanmak gerekmektedir.

Yeni güvenlik anlayışı “tam güvenliğin” sorgulanmasını da birlikte getirmiştir. Her an farklı bir türden tehditle karşılaşma olasılığı olan merkezdeki nesnelerin, bir şekilde bir güvenlik sorunu yaşaması oldukça muhtemeldir. Tüm tehditleri düşünerek güvenlik politikası geliştirdiğini ileri süren devletler bile hiç beklenmedik şekilde bir terör saldırısına maruz kalabilmekte, çevresel bir tehditten etkilenebilmekte, engelleyemediği bir mülteci akını nedeniyle sınır güvenliğini kaybedebilmektedir.

Sıralamak gerekirse yeni güvenlik anlayışıyla beraber,
1- Güvenliğin merkezine alınan nesnelerin sayısı artmıştır. Devlet tek ve merkez değildir.
2- Referans nesnelerin artmasıyla birlikte korunması gereken değerler de çeşitlenmiştir. Devlet bekası tek kaygı değildir. Kişilerin ekonomik istikrarı da bir bölgedeki su kaynakları ve toprak verimliliği de değer olarak kabul edilmektedir.
3- Tehdit türleri çeşitlenmiştir. Askeri tehditlerin yanında siyasi, toplumsal, kültürel, demografik, ekonomik, siber, çevresel tehditleri de saymak gerekmektedir.
4- Tehditlerin çeşitlenmesi devletleri yeni saldırı ve savunma yöntemleri kullanmaya itmektedir.
5- Güvenliğin en önemli başlıklarından olan savaşın doğası değişmiş ve türleri artmıştır. Yeni bir savaş anlayışı doğmuştur. Sıcak savaşların yerini tarafları, süresi ve stratejileri muğlaklaşan mücadeleler almaktadır.
6- Güvenlik çalışmaları ya da güvenlik politikalarının hazırlanması sınırlı bir kesimin konusu olmaktan çıkmıştır. Akademisyenler, araştırmacılar, gazeteciler, hukuk insanları işin içine girmişlerdir.
7- Çevresel tehditler gibi küresel bazda, yasadışı göç ve terör gibi pek çok ülkeyi yakından ilgilendiren güvenlik sorunlarının kabulü ve farkındalığı artmıştır. Devletler güvenliği tek başlarını sağlayabilecekleri yönünde görüşlerini bırakarak ortak hareket etme eğilimi göstermektedirler.

KISA BİR GELECEK PROJEKSİYONU: GÜVENLİK DAHA DA BÜYÜMELİ Mİ?

Askeri güvenlik, ekonomik güvenlik, birey güvenliği, küresel güvenlik, gıda güvenliği, fiziksel güvenlik, devlet güvenliği, psikolojik güvenlik, doğal kaynaklar güvenliği, çevre güvenliği, toplum güvenliği, kamu güvenliği, ulusal güvenlik, siber güvenlik, bölgesel güvenlik, enerji güvenliği… Listeyi daha da uzatmak mümkün. Güvenlik etiketiyle beraber kullanılabilecek kavram sayısı oldukça arttı. Geleneksel güvenlik anlayışına karşı olanlar bu çeşitlenmenin yani güvenliğin gündeminin genişlemesi sürecinin olumlu olduğu düşünmekteler. Böylece devletler egemenliğinde karanlık odalarda tutulan diğer sorunların gün yüzüne çıkması ve ikincil olarak görülen tehditlerin ajandaya alınması yönünde bir anlayış gelişmiştir.

Diğer taraftan da güvenliğin gündeminin bu denli bir boyuta gelmesinin olumsuz bir etki yaratacağını düşünen bir kesim de vardır. Örneğin S. M. Walt “Renaissance of Security Studies” isimli makalesinde; bu tür bir genişlemenin aşırı ölçüye varabileceğini, ilgisiz pek çok konunun güvenlik çalışmaları içine sızabileceğini, alanın entelektüel tutarlılığının zarar görebileceğini ve sayıları giderek artan sorun alanlarına çözüm üretmenin imkânsız bir uğraş haline geleceğini ifade etmiştir. Walt gibi düşünenler güvenliğin sadece devlet ve bireyler yönelik fiziksel saldırılar seviyesinde ele alınmasını, diğer konuların ise farklı başlıklar altında incelenmesi savunmaktadırlar.
Bu tartışma literatürde var olmaya devam ederken, ortada duran bir gerçek vardır: Güvenliğin gündemi büyümeye devam etmektedir. Bu büyümeyi normal bir süreç olarak ya da çarpık ve temelsiz bir açgözlülüğün ürünü olarak görmek mümkündür. Tehditler çoğalmaktadır; ekonomik tehditlerden yer üstü kaynaklarına yönelik olanlara kadar bir çerçeve çizilebilir. Tehditler yoğunlaşmaktadır; devletlerin ve toplumların sadece savaş zamanlarda duydukları kaygılarla süreklilik arz eden siber saldırılar arasındaki farkı anlatmak bile yersizdir. Tehditlerin kaynakları belirsizleşmektedir; yapılan veya yapılacak bir saldırının sorumlusunu bulmak bile büyük istihbarat başarısı gerektirmektedir. Tehditlerin potansiyel zararı artmaktadır; geleneksel bir ordunun kullandığı silahlarla günümüzün gelişmiş silahlarını kullanabilen bir terör örgütünün oluşturabileceği potansiyel yıkım arasındaki fark muazzamdır. Tehditler yaygınlaşmaktadır; devlete yöneltilen tehditler artık hedef gözetmeksizin her alanda görülmektedir. Tehditlere karşı koymak zorlaşmaktadır; geleneksel tehditleri karşılayabilme gücü mevcut tehditleri bertaraf etmekte yetersizdir.

Şüphesiz ki günümüzdeki süreç, gelecekte de devam edecektir. Kaç yıl önce siber güvenliği konuşmaya başladığımızı ve bu güvenlik türünün bir anda nasıl önem kazandığı düşünüldüğünde, değer olarak gördüklerimize yönelik yeni tehdit türlerinin ortaya çıktığı ve var olanların kabuk değiştirdiği bir döneme yakın gelecekte şahit olmamız işten bile değildir. Asıl soru ve sorun, bu dönemi nasıl karşılayacağımızla ilgilidir. En etkili yöntem milli güç unsurlarından ve uluslararası işbirliğinden geçiyor gibi görünüyor.

Etiketler
Abone Ol 

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close