Küresel Jeopolitik Yaklaşımlar ve Türkiye'nin Stratejik Seçenekleri - M5 Dergi
Kapak

Küresel Jeopolitik Yaklaşımlar ve Türkiye’nin Stratejik Seçenekleri

Abone Ol 

Teorileri ve onların düşünsel arka planlarını anlamadan bugünü ve yarını gerçekçi bir yaklaşımla değerlendirmek mümkün değildir. Teoriler bilimin, teknolojilerin, mücadele yöntemlerinin ve de güç geliştirmenin gerçek anlamda hayat damarlarıdır. Etrafımızdaki dünyaya ve her türlü gelişmeye yeni bir bakış açısıyla bakmamıza imkân sağlarlar. Bu nedenledir ki özellikle büyük ve küresel güçlerin dünya ve bölgesel mahiyetli adımlarını, tutumlarını ve ittifak ilişkilerini değerlendirirken mümkün olduğunca gerilere giderek bugünü anlamak ve geleceği öngörmek stratejik bir zorunluluktur.

JEOPOLİTİK GÖRÜŞLER

İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan iki kutuplu dünya; 1989 yılında Berlin Duvarı’nın, ondan kısa bir süre sonra da Sovyet İmparatorluğu’nun yıkılması ile yeni bir dönüşüme sahne olarak, tarihin hiç de şahit olmadığı bir mecrada yönünü bulmaya çalışıyor. Genelde son derece yıkıcı ve tahripkâr savaşlar sonucunda değişen dünya dengesinin, bu kez jeopolitik sarsıntılarının şiddetinin ve etkisinin artarak devam etmesi, gerek bugün gerekse gelecekteki belirsizlikleri daha da derinleştirmektedir. Bu muğlak süreç başlayana dek, küresel jeopolitik yaklaşımlar olarak;

• Amiral Alfred Thayer Mahan’ın ABD’nin etkin bir deniz gücüne dayanarak, açık denizlere egemen olarak zenginleşmesini esas alan deniz hâkimiyet teorisi,

• Halfrod J. Mackinder’in Kalpgâh1 ve Dünya Adası’na (Avrasya’ya) hükmederek, dünya egemenliğini esas alan kara hâkimiyet teorisi,

• Nicholas J. Spykman’ın, Soğuk Savaş döneminde ABD’nin, Sovyetler Birliği’ni çevreleyerek yayılmasını önlemeyi esas alan kenar kuşak (rımland) teorisi,

• Çeşitli teorisyenlerin dile getirdiği ve bütün yaklaşımların gerçekleşmesinin temel kaynağı olarak gösterilen hava hâkimiyet teorisi, bilinir, yorumlara ve değerlendirmelere dayanak teşkil ederdi.

Teorileri ve onların düşünsel arka planlarını anlamadan bugünü ve yarını gerçekçi bir yaklaşımla değerlendirmek mümkün değildir. Teoriler bilimin, teknolojilerin, mücadele yöntemlerinin ve de güç geliştirmenin gerçek anlamda hayat damarlarıdır. Etrafımızdaki dünyaya ve her türlü gelişmeye yeni bir bakış açısıyla bakmamıza imkân sağlarlar. Bu nedenledir ki özellikle büyük ve küresel güçlerin dünya ve bölgesel mahiyetli adımlarını, tutumlarını ve ittifak ilişkilerini değerlendirirken mümkün olduğunca gerilere giderek bugünü anlamak ve geleceği öngörmek stratejik bir zorunluluktur.
Ancak teoriler neye dayanırsa dayansın, neyi kontrol etmeyi amaçlarsa amaçlasın temel felsefelerinde; bir mekâna dayanarak olabildiğince geniş bir zaman diliminde var olmak ve daha da zenginleşmek için kuvvet üstünlüğünü sürdürmek bulunmaktadır.

TÜRK JEOPOLİTİĞİNİN JEOSTRATEJİK 
UFKU VE AVRASYA

Dikkate değer bütün jeopolitik yaklaşımlar tetkik edildiğinde; Türkiye ve İran’ın, Avrasya’da hem stratejik mihver hem de stratejik oyuncu olabilecek imkânlara sahip olduğu görülmektedir. Çünkü her iki devlet de bölgede güç uygulama yeteneği bulunan devletleri sınırlama ile onlar aleyhine siyasal ve kültürel oluşumlara sahne olabilecek kararlar alma ve uygulama potansiyeline sahiptir. Ancak bu husus, küresel güçlerin çıkarlarıyla örtüştüğü, dolaylı veya dolaysız olarak onlara hizmet ettiği durumlarda da karşımıza çıkabilmektedir. Aksi varit olduğunda küresel veya bölgesel satranç tahtasında yapılan/yapılacak olan hamleler ile bunlar, sınırlandırılarak dengelenmekte; yönlendirilerek veya suni problemlerle oyalanarak güç kullanma yetenekleri daraltılmakta, bazen de sıfırlanmaktadır.
Jeostratejik oyuncu olarak belirtilen devletler, çeşitli düşünürler ve stratejistler tarafından farklı farklı adlandırmalarla tamamlansalar da sonuçta bölgesel bir güçtür. Bazen de bu devletleri, küresel güç ile bölgesel güç arasında bir güç uygulama yeteneğinde olan oyuncular olarak sayabiliriz. Jeopolitik mihverleri de bölgesel güçlerin etkisinde kalabilecek veya küresel güçlerin oyununda hesaba katılması gereken devletler olarak tanımlayabiliriz.

Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar uzanan bu muazzam coğrafyada yaklaşık olarak 170-180 milyonluk bir Türk dünyası ile beraber 1,5 milyarlık İslam coğrafyası, özellikle 18. yüzyıldan beri bünyesini saran birçok problemlerle ve krizlerle boğuşsa da kendisini çevreleyen ve var olduğundan beri mücadele içinde bulunduğu bu güçler için dikkate alınması, hesap edilmesi, oluşturulan denklemlerde yer verilmesi gereken bir unsurdur.

Sovyetler dağılınca fark ettiğimiz Avrasya’ya yönelik bakış açımız, sadece Türkiye jeopolitiğine dayanmamalıdır. Türkiye jeopolitiğinin tabanı, bugünkü sınırlarımızın geçtiği coğrafyadır. Herkesin de çok iyi bildiği gibi, Balkanlardan Orta Asya’ya kadar uzanan coğrafyadaki devletlerden özerk topluluklara kadar büyük bir alan Türkiye’nin “Psikolojik Sınırlarını” oluşturmaktadır. Bu tanımlamayı bazı stratejistler, jeopolitik/jeostratejik ufuk veya ilgi alanı diye de tarif etmektedirler.

Bu nedenledir ki; “Türk jeopolitiği; Türk dünyası coğrafyasını, Türk dünyasının olanak ve yeteneklerini, niyet ve amaçlarını, varlık ve güvenliğini etkileyen bölgelerdeki politik veri ve olguları içerir. Türk jeopolitiğinin politik ufku ve politik ilgi alanı da bütün dünyadır. Türk jeopolitiğinin jeostratejik ufku ve stratejik ilgi alanı ise Avrupa-Asya Kıtası; kısaca, Avrasya’dır.”2

RAKİP GÜÇLERİN STRATEJİK 
SEÇENEKLERİNİN TEMELLERİ

Amerika’nın sahip olduğu askerî güç, küresel erişime sahiptir. Ancak askerî gücünü devam ettirmesi, ekonomik ve teknolojik gücüne bağlıdır. “Amerika dünyada lider ve en gür ses olacaksa, ekonomisi güçlendirilmek zorundaydı.”3 Nitekim bu husus, her dönemde öncelikli ve vazgeçilmez bir konu olarak ele alınmış, yürütülen mücadelelerin temel felsefesini ve dayanak noktasını teşkil etmiştir.

Teknolojik gücü, çeşitli alanlarda peş peşe erozyona uğramaya devam etmektedir. Bu alanda en büyük rakibi, Japonya ve Çin’dir. Japonya’nın, kuvvet çarpanı olabilecek bu üstünlüğünün; çeşitli usullerle dengelenmesi ve global güç olmasını engelleyen diğer güç unsurlarının varlığı, yaşlanan nüfusu ve yavaşlayan ekonomisi nedeniyle orta vadede etkili olamayacağı değerlendirilmektedir. Nisan 1996’da ABD Başkanı Clinton, Japonya ziyareti sırasında şöyle diyordu: “Amerika için Japonya ile olan ilişki kadar önem taşıyan bir şey yoktur.” Bu önem ve vazgeçilemez tercih devam etmektedir, bundan sonra da devam edecektir. Pasifik’teki dengelerin korunması, Çin ve Rusya’nın tespit edilmesi açısından Washington-Tokyo mihverindeki bağımlılığın ve ittifakın en azından bu yüzyılın sonuna kadar devam edeceği düşünülmektedir. ABD’nin, dünya egemenliğini esas alan ve Avrasya merkezli stratejisi, Rus-Çin zorunlu dostluğunun da mayasını teşkil etmektedir. Rus-Çin jeopolitiği, Avrasya konusunda işbirlikçi değil mücadeleci ve rakip olmak zorundadır. Çünkü hiçbiri, diğerinin gölgesinde ikincil bir güç olmayı kabul edemez. Buna razı olamaz. Moskova merkezli, Berlin ve Pekin eksenli bir Avrasya jeopolitiği; gerçekçilikten ve stratejik öngörüden yoksundur. Çin’in hızlı, baş döndürücü ve gıpta edici yükselişi, Rusya için çok önemli bir kaygı kaynağıdır. Ne var ki ABD’nin bölgeye yönelik politikaları neticesinde her iki ülke de 1996 yılında, Rus-Çin Dostluk Antlaşması’nı imzalayarak yeni bir işbirliği sürecini başlatmıştır. Kazakistan-Kırgızistan ve Tacikistan’ın da dâhil olduğu “Şanghay Beşlisi” İşbirliği Örgütü ile değişik bir boyuta taşınan bu denge arama çabaları; 2001 yılında Moğolistan’ın gözlemci, Özbekistan’ın fiilen 
katılımı ve yapısında meydana gelen değişikliklerle daha da güçlenmiştir.

Sonraki yıllarda Hindistan, Pakistan’ın fiilen, İran, Afganistan ve Belarus’un gözlemci statüsünde katılımı ile anlamlı bir işbirliğine dönmüş ve bölgesel etkinliği daha da artmıştır. Bahsedilen bu süreç, Avrasya satranç tahtasında karşılıklı olarak yapılan stratejik hamlelerin en anlamlılarından biridir. Bunun kalıcı bir hâle getirilmesi ve daha sonraki hamleler için uygun zeminin hazırlaması örgütün siyasi, ekonomik ve askerî bir güç olarak iç ve dış dinamiklerinin fonksiyonel hâle getirilmesine bağlı olacaktır. Özellikle Rusya ve Çin bu örgütü, birbirlerini karşılıklı olarak kontrol etmek maksadıyla kullanırlarsa bunun, Avrasya’da 2002’den beri etkili olmaya başlayan ve stratejik kontrol noktalarının önemli bir kısmını ele geçirerek durum üstünlüğü sağlayan ve bölgeyi şekillendiren ABD’nin işine geleceği apaçıktır.

Tüm devletler için enerjinin kesintisiz ve güvenli bir şekilde sağlanması, hayati değere sahiptir. Bu husus, bölgesel ve küresel güç olma iddiasında bulunan devletler bakımından diğerlerine nazaran daha da anlamlı ve vazgeçilmezdir. Çin enerji açısından Orta Doğu ve Orta Asya’ya bağımlıdır. Bu bölge dışından sağlanan kaynaklarla enerjinin çeşitlendirilmesi maliyet artışı demektir. Çin’in giderek artan enerji ihtiyacını karşılamak maksadıyla; Sudan, Endonezya, Küba, Ekvator, Avustralya, Kolombiya, Venezüella, Libya, Cezayir gibi ülkelere yönelmesi veyahut başka arayışlar içerisine girmesi hangi hamlelere sebebiyet verecektir? ABD’nin demokrasi ve özgürlük gibi sihirli söylemlerle bölgede yürüttüğü, bundan sonrada yürütmeye devam edeceği anlaşılan, orantısız ve emperyalist mahiyetli operasyonlar rakiplerinin hareket tarzlarını yönlendirmeye, şekillendirmeye ve etkisizleştirmeye matuf stratejik hamleler değil midir?

Rusya’nın enerji kartını kullanarak, Çin ve Japonya’yı bağlı kılma çabaları, Pasifik’te ABD’yi dengeleme girişimleridir. Pasifik’teki stratejik girişimlerin ağırlık noktası Japonya’dır. Bu ülkenin jeopolitiğinin gereği olarak uyguladığı politikalar, ABD merkezlidir. Tokyo-Washington mihverinin yakın ve orta vadede Tokyo-Pekin-Moskova eksenine kayması çok uzak bir ihtimal olarak değerlendirilmektedir. Ancak Japonya’nın enerji açısından Çin’den daha çok Moskova’ya bağımlı hâle gelmesi ile ABD’nin, Avrasya’daki enerji havzaları ve koridorlarındaki güç ve kontrolünün kaybolması, mücadelenin seyrini önemli ölçüde değiştirebilir. Yürütülen mücadelenin bir diğer boyutunda da Çin-ABD işbirliği görülebilir. Şanghay İşbirliği Örgütü içerisinde Rusya ile Çin’in birbirlerini dengeleme oyunları ABD’nin, Çin’den yana ağırlık koyması ile bozulursa, Rus stratejileri bu bölgede başarısızlığa uğrayabilir.

Şanghay İşbirliği Örgütü, gittikçe genişleyen ve etkinleşen yapısıyla bölgeye yönelik ve ABD’nin tek kutuplu dünyaya özgü keyfi uygulamalarını ve yönlendirmelerini önleyebilecek ve dengeleyebilecek bir oluşum olarak değerlendirilmektedir. Bir başka yönüyle de Eylül 2001’den sonra ABD’nin; terörle mücadele, demokrasi, insan hakları, özgürlük ve insani yardım bahaneleriyle ülkelerin içişlerine yönelik manipülasyona dayalı stratejilerinin başarısızlığı olarak da yorumlanabilmektedir. Özellikle Moskova-Pekin eksenine Yeni Delhi’nin dâhil olması, Avrasya’da oluşturulan ve oluşturulacak denklemleri etkileyebilecek çok önemli bir yeni oluşumdur. Asya’nın parlayan yıldızı Hindistan; bir milyarı aşan nüfusu, bilgisayar yazılım, ilaç ve finans alanındaki nitelikli insan gücü, ara ve yardımcı mallarda ucuz üretim imkânları, yüksek (%5-8) büyüme hızı ve gelişen askerî gücü ile Pasifik’teki Japonya’nın oynadığı rolü, güneyde yerine getirebilecek stratejik bir güçtür.

Sonuç olarak ne Rusya ne Çin ne de Hindistan küresel düzeyde ABD’ye kısa ve orta vadede rakip olamazlar. Ancak üçünün bir araya geldiği oluşumdaki Aşil Topuğu4; Rusya-Çin, Hindistan-Çin arasındaki kuşku, güvensizlik ve rekabete dayalı ilişkiler dengelenebilirse bu oluşum; kısa vadede Avrasya’da, orta vadede ise küresel çapta tek kutuplu dünyaya son verecek güç merkezi olarak değerlendirilebilir.

Avrasya’daki güçlere rakip olabilecek en son oluşum olarak Avrupa Birliği’nden bahsedilebilir. Ancak onun kısa ve orta vadede; bıçak sırtında bulunan teknolojik gücünü yenileme ve geliştirme; pazarlarını koruyabilme, insan gücü sorunlarını yenme, askerî gücünü oluşturma ve geliştirme ile enerji kaynaklarına ve koridorlarına sahip olma imkânlarını korumasına ve geliştirmesine bağlı olarak küresel bir rakip olması söz konusudur.

Büyüyen ve genişleyen Avrupa Birliği’nin fiili ve potansiyel güçleri, gittikçe çetrefilleşen ve çeşitlenen bölgesel ve küresel sorunlar karşısında yekvücut hareket ederek dikkate değer siyasi, kültürel, ekonomik ve askerî bir varlık olarak güç merkezi olabilecek midir? Yoksa ülkeler arasındaki sınırlı gruplaşmaların, ulusal çıkarların hâkim olduğu, artan işsizlik ve azalan refah seviyesinin sürdüğü, nüfusun yaşlanmasının önlenemediği, derinleşen sosyal ve ekonomik problemlerin var olduğu kâğıttan kaplan bir Avrupa Birliği mi? Tercih ve sorun burada yatmaktadır.

AMERİKA’NIN KÜRESEL ROLÜNÜN AKIBETİ

20. yüzyılın özellikle ikinci yarısından itibaren ABD, dünyanın tek küresel gücüdür. Brzezinsky’nin de belirttiği gibi “Amerika şimdi Avrasya’nın hakemidir; hiçbir büyük Avrasya sorunu Amerika’nın katılımı olmaksızın ya da Amerika’nın çıkarlarının tersine çözülemez.”

Yürütülen mücadelenin stratejik ağırlık merkezi, ABD’ye rakip olabilecek bir küresel gücün ve/veya ittifakın kurulmasına izin vermemek, bu konudaki potansiyel rakiplerin küresel roller üslenme hevesini manevra ve manipülasyonlarla sınırlamak ve etkisizleştirmek suretiyle sahip olunan emperyal kazanımları en azından 21. yüzyılın sonuna kadar muhafaza etmektir.

Ancak “Amerika’nın küresel rolü de aniden sona erebilir.”5 Amerikan küresel gücünün özellikle Sovyetlerin dağılmasından sonra erozyona uğramaya başladığı yönünde birçok yorum ve analiz bulunmaktadır. Emperyal güçlerin doruk noktasında ne kadar güçlü olsalar da istismar edilebilecek birçok zayıflıkları bulunmaktadır. “Robert Kaplan’ın dile getirdiği; Amerika, diğer tüm toplumlara göre çok daha ölmek için doğmuş bir toplumdur”6 ifadesi bu görüşü desteklemektedir.

Konu ile ilgili çok çeşitli yorumlar yapılsa da ortak noktada genellikle buluşulan bir husus vardır ki o da ABD’de giderek belirginleşen ırk ve yoksulluk sorunu, yaygın suç ve şiddet, vatandaşlık bilincinde gerileme, politik sistemin yozlaşması ile ahlaki çürümedir. Bahsedilen hususla ilgili olarak Leslie Lipson’un birçok örnek verdikten sonra “kısacası Amerika ahlaki bir çöküş yaşamaktadır. Nüfusun farklı kesimleri arasında bu durum sinisizmi, bezginliği ya da yabancılaşmayı kışkırtmıştır”7 şeklinde belirttiği ifadeler, bugünkü problemlerin de mayasını oluşturmaktadır.

Amerikan küresel gücünü; içeriden sınırlayıcı, daraltıcı ve dengeleyici sosyal, siyasi ve psikolojik problemler ile dışarıda oluşan veya oluşma potansiyeli taşıyan bölgesel ve küresel güçler ve/veya ittifaklar ekonomik ve teknolojik olarak dumura uğratıcı önemli unsurlardır. 21. yüzyılın ikinci yarısından sonra sürdürülen amansız mücadele daha da çetinleşecektir. Kendilerini “Biz dünyanın leviathan kuvvetiyiz” diye tanımlayanlar; gerçekte Avrasya Balkanları, Kriz Yayı, Entegre olmamış Boşluk ve Büyük Orta Doğu Projesi kavramlarını ortaya atarak bölge ülkelerini özellikle de Türkiye’yi hazırladıkları Procrustes yatağına8 yatırmayı, bu kez beceremeyeceklerdir. Kısa vadede olmasa bile uzuna da kalmadan sıra belki de kendilerine gelecektir!

ÖNGÖRÜLEBİLİR GELECEK

Küresel egemenliğin yolu, ne fiziki coğrafyaya dayalı olan Kara Hâkimiyet ve Kenar Kuşak teorisinde ne de kuvvete dayalı olan Deniz Hâkimiyet ve Hava Hâkimiyet teorisindedir. Coğrafya bir bütündür. Kuvvetlerin gücüne yönelik olarak da Kara mı, Hava mı, Deniz mi olsun diye bir tercihte bulunamayız. Aynı kural coğrafya için de geçerlidir. Kuvvetin önceliği olabilir ancak coğrafyanın karası, denizi ve havası ile ilgili bir önceliği olamaz. Küresel egemenliğin herhangi bir teoriye dayanmadan, bir öncelik esasına göre hepsinden istifade etmeye ve hepsinden önemlisi bütün yaklaşımların gerçekleşmesinin temel kaynağı olarak da uzay ve siber-uzayın esas alınmasını gerektirmektedir.

Tek kutuplu bir dünya ve onun oluşturduğu dengeler, Türkiye’nin jeostretejik gerçeklerinin tahakkukunu büyük ölçüde engellemektedir. İki veya çok kutuplu bir dünya, Türkiye’nin ve Türklerin psikolojik sınırlar diye adlandırdığımız jeopolitik/jeostratejik ufuk/ilgi alanında etkinliğini ve gücünü daha da artırabilecektir. Türkiye; Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu stratejik üçgeninin ağırlık merkezinde, Avrasya’nın hayati önem taşıyan enerji havza ve koridorlarına açılımları destekleme ve etkileme gücüne sahip kilit ülke konumundadır. Bölgeye yönelik yaşamsal ve vazgeçilmez çıkarları bulunan güçlerin jeostratejilerinin de odağında olmamız nedeniyle millî güç unsurlarımızı geliştirirken hassasiyetlerimizin istismarına 
müsaade etmeden çevremizde bir güvenlik kuşağı oluşturma gayretlerini sürdürerek, Türkiye Cumhuriyeti’nin jeopolitik hudutlarında etkinleşmemizin uygun olacağı değerlendirilmektedir.

Tarihin her döneminde olduğu gibi bugün de güçsüz ve kararsız devletler erimeye ve yok olmaya mahkûmdurlar. Yaşamak için güçlü olmak ve kuvvet kullanmaya hazır olmak gerekir. Sahip olunan gücü kullanma kararlılığı, geleceği planlayan ve bir milletin var olma nedenleri üzerinde karar verme sorumluluğu taşıyan stratejik liderlerin vazgeçilmez ve mazeretsiz sorumluluklarıdır. Türkiye’nin yeni bir yaklaşım tarzıyla geçtiği Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemiyle mevcut problemleri ve/veya gelecekteki potansiyel çatışma/işbirliği alanlarını isabetle değerlendirerek, her alanda inisiyatif alma gücü artmıştır. Sayın Cumhurbaşkanı’nın stratejik liderliği, entelektüel gücünün sağlamlığı, dayanıklılığı ve jeopolitik bakış açısı ile bezenmiş vizyonu geleceği şekillendirecektir. Ya emperyalist misyon taşıyan diğer güçlerin dünya siyasetinde piyon olmayı kabul edeceğiz ya da Türkiye Cumhuriyeti’ni kendi millî güç unsurlarının sağlam payandaları üzerinde tam bağımsız, güçlü ve lider devlet olarak yaşatacağız. Tercih sorunumuz buradadır. Araf’ta kalarak etkinlik artırılamaz, güce güç katılamaz.

1 Kalpgâh: Doğu Avrupa, Sibirya ve Orta Asya’yı içerisine alan merkez bölge (Heartland)
2 İlhan Suat, 2005, Bilgi Yayınevi, “Türklerin Jeopolitiği ve Avrasyacılık” s. 172.
3 Halberstam David, 2002, İş Bankası Yayınları, “Barış Zamanı Savaş-Bush, Clinton ve Generaller” s. 22.
4 “Achilles’hell-Aşil Topuğu” Achilles, Yunan mitolojisine göre Trojan Savaşı’nın kahramanıdır. Bu savaşta, bir okla topuğundan yaralanmış ve bu yara sonucunda ölmüştür (The Oxford English Referance Dictionary). Bu terim seyrek de olsa siyaset diplomasisi ve diğer alanlarda hassas, zayıf ve istismara açık konular için kullanılmaktadır (ET).
5 Brzezinsky, Zbigniew, 2004, İnkılap Kitabevi, “Tercih-Küresel Hâkimiyet mi? Küresel Liderlik mi?” Çev. Küçük Cem, s. 17.
6 Huntington, Samuel P., 2004, CSA Global Yayın Ajansı, “Biz Kimiz? Amerika’nın Ulusal Kimlik Arayışı” Çev. Özer Aytül, s. 12.
7 Lipson, Leslie, 2000, İş Bankası Yayınları, “Uygarlığın Ahlaki Bunalımları-Manevi Bir Erime mi? Yoksa İlerleme mi?” Çev. Yeşiltaş Jale Çam, S.292.
8 Procrustes: Yunan mitolojisinde misafirlerin boylarını yatağa uydurmak için çekip uzatan veya kesip kısaltan bir dev (Micheal Lövy, Dünyayı Değiştirmek Üzerine, Ayrıntı Yayınları, s. 104).
Procrustes yatağı deyimini, sonuçları önceden bilinen, yönlendirilen, maniple edilen katılık ve sertliğin egemen olduğu keyfi standartlar ve durumlar için kullanabiliriz (ET).

Etiketler
Abone Ol 

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

Abone Ol 
Back to top button
Close
Close